DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kocaeli °C

MAZERETİNİZ Mİ VARDI?

05.01.2016
1.762
A+
A-

 

Türlü türlü mazeretlerle, içinde bulunduğumuz durumu açıklayarak pek çok kez kendimizi haklı çıkardığımız oluyordur. Mazeretlerimiz, içinde bulunduğumuz durumu açıklayıp kendimizi rahatlatmak adına bazen geçerli bir sebep olarak karşımıza çıkar. Aslında mazeretin sözlük anlamı “bahane” olarak geçer, ancak bu iki kelime arasında çok ince bir çizgi olduğunu düşünürüm.

Sanki “bahane” dediğimizde uydurulmuş bir şeymiş gibi gelir bana. İstenmiyordur da aslında, karşı tarafın gücenmemesini sağlamaya çalışılıyormuş gibi. Hani derler ya “o işin bahanesi, pekâlâ olabilirdi” diye. Mazeret dendiğinde de sanki elde olmayan bir engelmiş gibi, bir yaklaşım taşır ya da bana öyle geliyordur.

Her ne olursa olsun, günlük yaşantımızda bu konuda ustalaştığımız oldukça kesin. Kimilerimizin haklı ve geçerli mazeretleri oluyordur, kimilerimiz de haklı olduklarına inanıyorlardır. Herkes kendi içinde bulunduğu duruma göre hareket etmektedir. İyi de asıl başarısızlıklarımızda ya da sorumluluklarımızı yerine getirmediğimizde açıklamaya çalıştığımız mazeretler nasıl oluyordur acaba?

Hemen bir örnek verebilirim. Ödevini yapmayan bir öğrenciden gelsin. “Dışarıda yemek yedik, eve geç gelince yetiştiremedim. İnternet bağlantımız koptu. Babam geç geldi, çalışamadık. Annemin yemeği vardı geç gelmişti.”  gibi benzer pek çok mazeretleri olur. Oldukça da masum anlatırlar ve duruma göre inanır ya da inanmazsınız.

Yetişkinler kendi aralarında da yapamadıkları şey için mazeret gösterirler. Önemli olan sıklıkla olmadığı sürece, iyi niyetlerle içinde olduğumuz durumun gerçekliği ile ifade edilmesi değil midir? Kimse kimseye mazeretinin detaylarını açıklamak zorunda değildir. Eğer açıklama gereğini hissediyorsa kendi tercihi olmalıdır. Bunun dışında gerçeğini gizleyip bahaneler uydurmanın bir anlamı var mıdır sizce? Bunu alışkanlık edinenler olsa da bir süre sonra alışkanlıkları kendilerine zarar vermeye başlayacaktır. Ne acıdır ki, “Yine ne mazeret uydurdu?” diye başlanan cümleleri hatırlarsınız.

Hatalarımızı kabul etmede ve onlara sahiplenmede biraz zorlanırız genelde, hele hele çocuk yaşlarda yapılan hataların sonuçlarından korktuğumuzda sıklıkla yaptığımız şeydi, mazeret yaratıp, başkalarına havale etmek. Bu sıklık devam ettikçe bir süre sonra alışkanlığa dönüşüp sonrasında yetişkin bireyler olduğumuzda bu defa kendi güvenimizin ve itibarımızın sarsılacağı kaygısını yaşarız.

Eski Yunan”da yapılan hatalar işlenen suçlar farmakos diye adlandırılan kişilerin üstüne yüklenirmiş. Taşlanarak kent dışına sürülen bu kişiler sayesinde yöneticiler ve kentliler kendi yaptıklarına mazeret bulurlarmış. Ne kadar sıra dışı değil mi? Tevrat ve İncil’de de az-azel diye adlandırılan bir keçi varmış. Bu keçilerde ona dokunan insanları yaptığı hatalarından ve günahlarından arındırıyormuş. Okudukça şaşkınlığım arttı doğrusu. Sonra da bu keçiler ya yüksek bir yerden atılıyor ya da çöle salınıyormuş.

Sizinde aklınıza “günah keçisi” deyimi geldi mi? Herhalde buradan geliyor olsa gerek. Bu keçiler hepimizden uzak dursun.

Yaşadığımız bu kaygılar sonucunda mazeretlerimizi kişilere yüklediğimizde sanki biz kendimizi aklamış hissediyoruz. O yapılan yanlışında sahibi olmadığı için o yanlışla devam edip gidiyoruz. Oysa kişinin yaptığı hata belki de kendi itibarını zedelemeyip daha da bir itibar katmış olacaktı eğer, “benim hatam” diyebilseydi.

Özellikle çalıştığımız ortamlarda, hatalara sahip çıkmadıkça, sorumluluklar alınmadıkça iş üretilmiyor. Yapılan her hata düzeltilebilir, mazeretsiz alınan her sorumluluk en iyi şekilde yerine getirilir. Bu noktada, “hata kimin” diye sormaktan çok “nasıl düzeltiriz” diye düşünenlerle, İş yerlerinde hatalarına sahip çıkan, sorumluluk alarak mazeret yaratmayan elemanlar birleştiğinde, ortaya çıkan sonuç yüzleri güldürecektir.

Aynı şeyler sınıflarımızda da geçerli. Kimileri yaptıkları hatayı “ben yapmadım, o yaptı” diye bir solukta açıklar, o yere düşen, dökülen ya da çarpılıp kırılan her neyse buna benzer durumlar olduğunda ortalık aynen durur. Yapılmış bir yanlış vardır ama hiç kimse düzeltmeye kalkmaz, ta ki siz söyleyene kadar. Yine, bunun sorumluluğunu kim almak ister, dersiniz. Hemen “ bizim evde kağıt yok, benim yazım güzel değil….” gibi benzeri mazeretler, kibarca açıklamalar gelir.

Artık günümüzde mazeret olarak sıklıkla duyduğum kelime “unuttum” dur.   Yetişkinlerden ve gençlerden duyuyordum, şimdi yedi yaşındaki çocuktan da duyar oldum. “Neden yapmadın?” dendiğinde, verdiği cevap öncelikle “unuttum” oluyor. Sanıyorum mazeretin en kolay ifade yolu bu olsa gerek. Unutmak. Böyle bir durumda “neden unuttun” demek sorulmaz tabi ki. Sorgulanmayan, kızılmayan ve ardından herhangi bir açıklama beklenilmeyen tek kelimelik mazeret.

Başkalarını işaret parmağımızla suçladığımızda, diğer üç parmakta bizi gösterir dikkat ederseseniz. Ne sık sık mazeretlere sığınalım ne de bir başkasını mazeret olarak gösterelim. Yoksa sizin mazeretiniz var mıydı?

Bir mazeretiniz yoksa ne mutlu size. Sevgiyle kalın..

 

Öğrencilerin mazeretlerinden bir kaçı:

“Çok çalışsaydım,

Bir soru daha yapsaydım,

Uykum olmasaydı,

Zamanım olsaydı,

Biraz daha dikkatli olsaydım,

Seni seviyor olsaydım,

Bana söylenseydi,

Bana yardım edilseydi,

Beni bekleseydin,

Unutmasaydım.

 

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
5 Mart 2024
22 Kasım 2016
2 Ağustos 2017
30 Ekim 2023
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.