DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kocaeli °C

AĞZINDA BAKLA ISLANANLAR

06.12.2016
1.914
A+
A-

 

Geçenlerde halk otobüsünde, okulların dağılma saatine denk gelmiştim. Tabii ki araba tıklım tıklımdı. Tahmin ettiğiniz gibi öğrenciler çoğunluktaydı. Arabanın içi gürültülüydü. Konuşmalar birbirine karışmıştı. Ne var ki özellikle hemen arka tarafımda, ayakta dikilen iki erkek öğrencinin konuşmalarını daha rahat duyabiliyordum.

Konuşmalarını, sadece ben değil diğer öğrenciler ve yolcular da duyabiliyor, hatta bir öğrenci onları “yavaş konuş oğlum, yavaş” diye yüksek sesle, etrafına bakarak sırıtık bir tavırla uyarmıştı. Bu ifadeleri söyleyen bir kız öğrenciydi.

Bu iki öğrencinin, aralarında konuştukları konunun öncesini bilmiyorum. Ne var ki yüksek sesle küfür ederek söylediği şey,

“ ………..  ona, bir daha sır verir miyim? Ağzında bakla ıslanmıyo.”  Diğeri de, “O ne demek lan”  diye sorunca, “ Kes sesini.” diye cevap verdi ve ardından ekledi, “Zaten sinirim oynak, ……. gibi laf taşıyo.” deyince, arkadan bir bey kızarak onları susturdu. Neyse ki cevap vermediler, bir sonraki durakta da indiler.

“Sır saklamayı becerememek, sırrı hemen açığa vurmak.” diye TDK ‘dan hemen, okuyuverdim. Sonra da ‘kimlerin ağzında bakla ıslanıyor’ a odaklandım.

Dilerim bu gençlerimiz de bu deyimlerimizin anlamını bulup, öğrenme becerisini kazanırlar. Ardından sır saklamanın erdemliliğini, başkalarının sahip olduğu yine başkaları tarafından da bilinmemesi gereken özel durumları taşımasını bilirler. Ve yine bilmelidirler ki, en iyi arkadaşlıklar, en iyi dostluklar böyle kazanılıyor.

Bunu uygulayabiliyorsak, gerçekten biliyoruz demektir. Biliyor da uygulamıyorsak eğer, bir kez daha ne kadar bildiğimizi düşünmekte yarar var.        

İnsanlarla ilişkilerimizde en çok ihtiyacımız olan sanırım güven. Güven içinde ‘sır’larımızı paylaşıyor, bu güvene zarar vermeden ‘ baklayı ağzımızda ıslatıp’, ilerliyorsak güzel bir dostluğun içinde olduğumuz kesin.

Eğer bu güvenin gölgesinden yararlanıyor, Doğan Cüceloğlu’nun dediği gibi “mış gibi yaşam” içindeysek yine bir kez daha düşünmemizde yarar var.

Kendimize neler yapıyor, kısa vadeli mutluluklar ve hesaplar uğruna uzun vade de neleri kaybediyoruz acaba? Bunların altında hangi duygumuzu besliyoruz?

Toplu yaşam alanları hayatın tam da kendisi, öğrendiklerimizin er geç sergilendiği bir sergi salonu gibi. Bahsi geçen kimdir, bilmiyoruz ancak bu salonda sergilendiği kesin, kendisinin haberi olmasa bile…

Baklayı ıslatabilenlerden olmak dileğiyle… Sevgi adresiniz olsun değerli okurlarım.

 

Yıllardan 399 idi. Sokrates artık evine kapanmış, ders veremez olmuştu. Platon hocasının doğum gününde ona yine kıymetli bir hediye göndermek istedi.

Devrinin en ünlü heykeltıraşını çağırıp tembih etti: Bana iki hafta içinde, üç altın heykel yap. Her biri birer karış boyundaki bu heykeller benim anlam ve söz üzerine yürüttüğüm fikirlerimi sembolize etsin ve aralarındaki farkı yalnızca sen ve ben bilelim.

Adam siparişi zamanında teslim etti. Platon da hediyeleri paketletip yaşlı hocasına gönderdi. Sokrates hediyeyi alınca şaşırdı. Önce hane halkını, sonra dostlarını çağırıp sordu:

“Eğer üçü de aynı ise Platon neden üç heykel birden göndersin ki?!” Merak herkesi sarmıştı. Önce heykelleri tartmak geldi akıllarını. Hayret, gramı gramına aynı idi. Sonra heykeltıraşları davet ettiler:

Onlar da “Bu heykeltıraşa gıptalar olsun, birbirinin aynısı üç heykeli nasıl yapabilmiş!” demekten öte geçmediler. Sonra estetisyenleri, filozofları, din adamlarını çağırıp durdular. Hiç kimse bir cevap veremiyordu. Atina bu heykellerin haberiyle çalkanıyor, herkes farkı merak ediyordu.

Nihayet İyonya’dan zeki bir gencin şehre geldiğini haber verdiler.  Sokrates onu da çağırttırıp heykelleri gösterdi.

On beşindeki bu delikanlı baktı, baktı ve “Bana ince, çok ince bir tel getirebilir misiniz?” diye sordu. Hemen getirdiler. Teli aldı, heykellerden birinin kulağına soktu. Herkes meraktaydı. Nefesler kesildi. Sonra bir uğultu…

Tel, heykelin ağzından çıkmıştı. 

Genç teli çıkarıp ikinci heykelin kulağına soktu. Hayret!..

Bu sefer tel heykelin diğer kulağından çıkmıştı. 

Sıra üçüncü heykele gelince meraklar arttı, nefesler tutuldu ve delikanlı ağır ağır işini yaptı. Ama nafile!.. Belli bir mesafeden sonra tel ilerlemiyordu.

Zorlasa da tel aynı yerde duruyordu. Delikanlı teli çıkardı ve heykelin içine uzanan mesafeyi dışından ölçtü.

Tel heykelin kalbine kadar gidiyor, orada kalıyordu. 

Sonra şöyle dedi: “Bu heykelleri her kim tasarladıysa size bir şeyler söylemek istemiş. Çünkü birinci heykel her duyduğunu dillendiren boşboğazları yeriyor. İkinci heykel öğüt dinlemeyen, bir kulağından girip diğerinden çıkan insanları anlatıyor. Bilge üstat Sokrates!..

Bu iki hediye sizin için değil. Ama üçüncüsü size layıktır. Çünkü Kulağından gireni kalbinde saklayan makbul adamdır!’ demek istiyor.”

Herkes gibi Sokrates de bu gencin ferasetine ve bilgeliğine hayran kalmıştı. Onu ödüllendirmek istedi ve mükâfat olarak kendisinden ne istediğini sordu. Gencin cevabı net: “Bana ödül olarak bu heykelleri yapan adamın adresini verin kâfidir!” Sokrates onu Eflatun’a göndermek üzere bir tavsiye mektubu yazmak için mürekkep istediği sırada sordu:

“Senin adın ne evladım?”

“Aristoteles efendim, benim adım Aristoteles!..”

O gün, Sokrates, öğrencisi Platon’u affettiği gibi onu yetiştirmiş olmaktan da gurur duydu?!..(alıntı)

 

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
26 Nisan 2016
15 Nisan 2021
26 Şubat 2020
26 Ocak 2023
20 Eylül 2017
YORUMLAR

  1. Çiğdem Kureksiz dedi ki:

    Kaleminize saglik, cok etkileyici bir yazı olmuş.