DON KİŞOT,Madrid Anıları
DON KİŞOT,Madrid Anıları
Çok gezen mi bilir,çok yaşayan mı?
Atasözleri,her zaman ince bir güzellik barındırır içlerinde.Çünkü,yaşanmış ve denenmiş
bilgi barındırır ..
Yaşadıkça ve gezdikçe insan,başka dünyaların keyfine varıyor.
İşte Madrid bunlardan biri.Geçen haftalarda anlattığım şehir güzellikleri öyle çok ki..
Yavaş yavaş hafızamdan sizlere doğru yolculuk yapıyoruz işte..
Büyük ve güzel bir şehrin en önemli unsuru ,ulaşım ..Tam bir düzen hakim şehre.1851
yıllarında yapılmış Atocha Tren İstasyonu,şehiriçi ve şehirdışı ulaşımda önemli bir yer
tutuyor.
Flamenko İstanbul Derneği olarak yaptığımız kültür gezisinin en güzel yanıydı bu gar.
Sabah erkenden kahvaltılar yapılmış,grup ile yürüyerek gitmiştik bu istasyona.Zaten karşıma
çıktığı an mimarisi beni çok etkiledi…İçeri girince inanılmaz bir kalabalık ile karşılaştık.Fakat
tamamen bir düzen ve sakinlik hakimdi..Merakla çevreye bakınmak ve bir şey kaçırmamak
telaşındaydım.Nereye baksam bir güzellik görüyordum..Sanki bir tren istasyonu değil de,amazon
ormanları içindeydik.Devasa ağaçlar ile kaplı bir park ve içinde küçük bir göl.Kaplumbağalar ve
balıklar keyifle gelen ve giden yolculara poz veriyorlar..Şahane bir atmosfer yaratılmış gerçekten.
İnsan trene bile gideceğini unutuyor bunlara bakarken..
Neyse biletler alınıyor ve bizi Alcala de Henares ‘e götürecek trene biniliyor..Madrid de yaşayan
dostlarımız Pamela ve Osman bu gezinin rahat geçmesinde en iyi rehberimiz..
Yolculuk neşe içinde geçtiğinde ne kadar sürdüğünü bile fark edemiyoruz.Buralarda alıştığımız
kalabalıklar da olmadığından keyifle bekliyoruz trenin durmasını.Tabi durduğumuz anda herkes su
almaya koşuyor..Öğlen saati olduğundan biraz da sıcaklara kaldık sanırım. .En çok da limonatalar
ve limonlu sular cazip geliyor bize..
Yine yürüyerek ve çevreyi inceleyerek başlıyoruz keşfe..Her yer inanılmaz sakin burada..Karşımıza
çıkan yapılarda ..Tarih boyunca pekçok kültür ve milletin etkisi mimariye yansımış..Oldukça zengin
görünümlü Endülüs etkisi buraya farklılık kazandırmış…Renklerin sıcaklığı ve oya gibi işlemeler hepimizin
gözlerini kamaştıırıyor..
Alcala de Henares benim için farklı bir önem taşıyor..Tabi ki Cervantes’in evini görmek bu heyecan..
İspanyol romancı Miquel de Cervantes’in DON KİŞOT adlı romanını bilmeyen yoktur.Hani şu yeldeğirmenlerine
savaş açan,uşağı Sancho Panço ile çılgınlık yapan kahraman..
Havanın tüm sıcaklığına rağmen Cervantes’in evine ulaştığımızda heyecanla etrafa bakıyoruz..Çok eğlenceli
bir bankta Cervantes’in sohbet eden heykeli ile biraz muhabbet ediyoruz..Sonra da heyecanla inanılmaz güzel
bir bahçeden geçip,evine giriyoruz..
Tabi ben sanki bir ortaçağ romanında macera içinde gibiyim..Görevlilerden biraz bilgi alıp,etrafa göz atıyoruz..
Çok masalsı bir atmosfer,Cervantes’in ruhu hala geziniyor sanırım..merdivenler,uçuşan perdeler ve herşey
sanki bizi başka dünyalar için hazırlıyor..
Dostoyovski der ki,”İnsan düşüncesinin son ve en yüce sözcükleridir”
İşte Don Kişot’u yazan Cervantes için büyüklerin fikirleri..
Zaten bu evde bu kadar muhteşem bir roman yazamamak ne mümkün….Yatak odası,banyo ve odalar tam
bir hikaye üreteci..
Odalardan sonra büyük bir mutfağa geçiliyor..Hemen aklıma buralarda yaşananlar geliyor..Tam bir yaşam
şekli oluşturulmuş..Kocaman bir masa ve üstünde çok güzel meyveler..Öyle bir ışık ortamı var ki,elimde
malzeme olsa oturup resim çalışacağım..Baktığım her yerde bir tablo görüyorum..Bir yandan da fotoğraf
çekerek,bunları unutmamaya gayret ediyorum..
Her yere bakmaktan öyle yorgun düştüm ki,karnımız da acıktı..Neyse ki yakınlarda bir kafeye kendimizi
atıp,ayaklarımızı uzatıyoruz…Yine buz gibi limonatalar ve suu..
Hani neyi anlatacağını şaşırıyor insan..Kafe bile şiir gibi..Duvarlarda tablolar ve orjinal güzellikler..Her
şeyde bir özen ve güzellik var..
Neyse,yemek için ne varsa onu da sipariş edip dinlenmeye geçiyoruz..Çok lezzetli soslu patates salataları
tercih ediyorum,fazla karıştırmamak adına…Tabi lezetini fark edince ikinci bir sipariş daha veriliyor..
Burada en hoşuma giden küçük porsiyonlar halinde atıştırmalıklar…Öyle koca koca tabaklarda gelen yemek
bana hep sıkıntı verir zaten..
Karnımız doyunca etrafın tüm güzelliği daha da görünür oluyor..Binaların düzgünlüğü,renkli pancurlar,
şiir gibi balkonlar..Hani bir şövalye doludizgin sokak aralarından çıkacakmış gibi bir şehir….
İşte diyorum,yaş almak değil önemli olan.
.Aldığımız her yaşta herhangi bir güzelliği görebilmek..
Ruhumu bunlarla beslemek ve canım istediğinde anılarımdan bunları çıkarıp,tekrar taze taze yaşamak..
Sanatla kalın..
Hoşçakalın..