DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kocaeli °C

MUTLULUK DENEN İKSİR

30.01.2018
1.365
A+
A-

Yunan filozofu Epicurus: “Sahip olmadığınız şeyleri istemekle kendinizi bozguna uğratmayın; Şimdi sahip olduğunuz şeyin bir zamanlar yalnızca olmasını umduğunuz şeylerin arasında olduğunu unutmayın.” der.

Şimdi bir bakalım sahip olduklarımıza. “Ona sahip olsam, başka bir şey istemem dediğimiz ama tabii ki istediğimiz kaç şey var?” Nelere sahibiz, nelerin bizim olmasını ummuş, nelerin bizde kalması için emek vermişiz?

Maddi manevi hiç fark etmez, sadece sahip olduğumuz güzelliklerin farkına varalım yeter. Bizi üzecek karşılaştırmalar yapmadan, sabrederek bu güzelliklerin bizim yaşantımızdaki yerini görelim, hissedelim, anlam katalım, değer verelim ve besleyelim.

Her şeyi çok çabuk tükettiğimiz gibi mutluluğumuzu da çok çabuk tüketiyoruz. Mutlu olabileceğimiz pek çok anlar varken, göremiyoruz. Sonra da mutluluğu, ihtiyacımız yokken almak istediğimiz modern tarzda üretilmiş bir eşyada giyside, evde ya da arabada arıyoruz. Görsel şeyler, geçici mutluluklardır aslında.

Oysa elimizde olanlar, sahip olduklarımızın her biri mutluluk kaynağımızın temelidir ama fark edemiyoruz. Biz alışmışız bir kere, mutluluğu ihtiyacımız olandan fazlasında aramaya.

Özellikle tüketici bir toplum olduğumuzdan bu yana, alışverişlerimizi ihtiyacımızdan çok, istediğimiz için yapıyoruz. Çocuklarımızı da böyle alıştırıyoruz. Bir spor ayakkabısı varken ikinciyi, ya da üçüncüyü alıyoruz.

Sonra da, “elindekilerle yetinmeyi ne zaman öğrenecek?” diye bir beklenti içinde oluyoruz. Biz çevremizdekilerden ne kadar çok şey bekliyoruz sizce?

Karanlıklara yansıyan ışık hüzmesinin, ne kadar farkındayız ve ışığın aydınlattığı yüzleri ne kadar görebiliyoruz?

Ve en önemlisi, neye nasıl bakıyor ve görmemiz gerekenleri görebiliyor muyuz yoksa bir yanılsama içinde miyiz?

Mutluluk denen iksir, bana göre sahip olduğumuz güzelliklerde gizlidir. Beklentilerimiz ne kadar azsa o kadar mutluyuz. Ne kadar karanlıkta olursak olalım en küçük ışığı bile görebiliyorsak mutluyuz işte.

Ve en önemlisi bakmaktan çok görmesini bildiğimiz anlardadır MUTLULUK.

Sevgiyle mutlu kalın…

Zengin bir iş adamı, hafta sonu tatilini bir kayak merkezinde geçirmek istemiş.
Ve orada kaldığı günlerden bir gün, kayma niyetiyle dışarı çıktığında, yoğun bir tipi yüzünden kaybolmuş. Telefonlar çekmiyormuş o civarlarda, bu yüzden de kimselere ulaşamamış.

Önce biraz yükseklere tırmanmayı denemiş, her tarafı rahatça görmek için ama, tipi oralarda daha da şiddetliymiş. Sonra tekrar aşağıya yöneldiğinde, kendisini ormanlık bir alanda bulmuş.

Hava yavaş yavaş kararıyormuş, beyaz görmekten yorulan gözleri gibi. Uzaktan kurt sesleri duyduğunda, korkuya kapılarak paniklemiş. Mağara bile olsa, bir yerlere sığınması gerekiyormuş.

Etrafına bir kez daha göz gezdirince, ormanın alt yamacında zayıf bir ışık görmüş. Bazen sönecek gibi titreyen zayıf bir ışık.
Adam son bir gayretle, bata-çıka, düşe-kalka o yöne doğru koşmuş. Birkaç yüz metre ötede tomruklardan yapılan bir kulübe varmış. Kapısının üstüne bir fener asılan, bacasından incecik bir duman yükselen…
Adam, yarı donmuş elleriyle kapıyı çalmadan önce, kapı otomatik gibi açılıvermiş. Bir ihtiyar çıkmış gülümseyen bir yüzle, en az seksen yaşında, belki de doksan. Gelen misafirini, oğlu gibi kucaklayıp içeri almış ve kuzinenin yanındaki bir sedire oturtmuş.
Zengin adam, konuşmakta zorlanıyormuş. Biraz açıldığında:
“Geldiğimi nasıl bildiniz?” diye sormuş. “Kapıyı çalmadım ki? üstelik de şiddetli bir fırtına vardı.”
Yaşlı adam, onun sırtını sıvazlayıp:
“Sizi bekliyordum” diye tebessüm etmiş. “Pencereden gözleyip duruyordum. Bu yüzden de o feneri dışarı astım.”
Adamın aklı iyice karıştığından, susmayı tercih etmiş. Zaten oldum olası bu tür hassas konuları pek anlamazmış.
İhtiyar devam edip:
“öğle vakti çorba yapmak istedim” demiş. “Tarhanayı sakladığım torba elimden kaydı, tencereye iki kişilik tarhana döküldü. Her zaman yaptığım ekmek, bugün iyice kabarıp bir kat daha büyüdü. üç tavuktan sadece biri yumurtlarken, bugün iki tanesi yumurtladı. Anladım ki akşama bir misafirim var.”
Yaşlı adam feneri içeri alırken, diğeri susuyormuş. Ona göre bunlar bir tesadüfmüş, biraz nadir görülse de pek önem taşımayan. Bulunduğu yerden etrafına bakınmış. Oturduğu sedirin alt kısmında, yani yerde duran bir ahşap masanın üstünde iki tabakla birlikte iki de kaşık varmış. İki de bardak tabi.
Yaşlı adama onları işaret edip:
“Galiba eşiniz de evde” demiş. “Herhalde üst katta öyle değil mi?”
İhtiyar gülümseyip:
“ Eşim yirmi yıl önce vefat etti” demiş. “çocuklar da burayı terk ettiler. Kısacası yalnızım. Sofrayı sizin için hazırladım. Hemen geçelim de çorbamız soğumasın.”
Zengin adam iyice afallayıp, ihtiyara farklı bir gözle bakmaya başlamış. “Tesadüf” dediği şeylere de tabi ki… çorbayı büyük bir iştahla kaşıklarken, pencereden dışarıya bir göz atarak:
“Fırtına bir anda kesildi” demiş. “Hava da açtı ama ayaz başladı. Burayı bulmasaydım, kesinlikle donardım. Oysa bu akşam otelde eğlence vardı. Harika bir ziyafet çektikten sonra, havai fişekler atılacaktı. Daha sonra sıcacık bir odaya geçip, dev ekrandan televizyon seyredecektim. Ama buna da şükür, az kalsın ölecektim.”
Yaşlı adam, yer masasını göstererek:
“Seni hayata bağlayan bir dilim kuru ekmek, en lezzetli yemeklerden daha iyidir” demiş. “ Bence tarhana çorbası hiç de fena değildi. Yağda yapılan yumurta da öyle. Diğer eksiklikleri de tamamlarız.”
“Diğer eksikler” lafına gülmüş genç adam. Bu daracık kulübeyle o lüks otel arasında dağlar kadar fark varmış, etrafını çevreleyen sarp dağlar kadar. Ama ses çıkarmamış, ne de olsa misafirmiş bu garip yerde.
Karınları doyunca, yaşlı adam onu çatı arasına çıkarmış. Oradaki küçücük bir odaya…
Çatı üstünde bir metre kar olsa bile, içerisi sıcacıkmış, belki otel odasından daha da sıcak.
“Kuzinenin bacası, bu odadan geçer” demiş ihtiyar adam. “Zaten yorganın da tiftikten yapılmıştır. Merak etme üşümezsin, hatta belki terlersin.”
Odanın orta yerinde ahşap bir karyola bulunuyormuş. Hem de iki kişilik, bir zamanlar ihtiyarın eşiyle paylaştığı… Onun ayakucunda da büyükçe bir pencere.
İhtiyar adam, dantellerle süslü perdeleri açarken:
“İşte bu da televizyonun” demiş. “ üstelik de dev ekran. Arkada gördüğün dağlar bu civarın en güzel dağlarıdır. Eğer dikkat edersen, ayın yakamozlarını dağdan akan şelalede görebilirsin.”
Zengin adam, yatağa oturarak dışarıyı seyretmeye koyulmuş. İnanılmaz güzellikte bir mehtap varmış. İhtiyar adam, önce kutup yıldızını göstermiş ona, kaybolan insanlara yol gösteren. Tarif etmiş onun nasıl bulunduğunu. Sonra gökyüzünde bir yer işaret etmiş, adeta ışıktan bir nehir oluşturan, “Saman Yolu” adıla şöhret bulan.
Zengin adam, belki hayatı boyunca hiç dikkatle bakmadığı gökyüzüne bakarken, ihtiyar ona kayan bir yıldız gösterip:
“Bu günlerde meteor yağmuru var” demiş. “Dikkat et de yıldızlar düşmesin üstüne. Oteldeki havai fişek gösterisi, bunların yanına sönük kalmaz mı?”
Zengin adamın gözleri hala yıldızlardaymış, biraz farklı bakıyormuş artık dünyaya. Anladığı kadarıyla “mutluluk” denen iksir, bakmaktan çok görmesini bilenlerinmiş. Odadaki gaz lambasını işaret ederek:
“Bu feneri her akşam, dış kapının üzerine asmalısınız” demiş. “Benim gibi cahilleri buraya çekip, ruhlarını aydınlatmaya sebep olsun.” (alıntı)

 

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
1 Kasım 2016
12 Ekim 2016
30 Ekim 2023
20 Mayıs 2021
8 Ağustos 2018
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.