ÖZLEMDEN MEKTUP
Geçtiğimiz Cuma günü bir genç kızla karşılaştım. Adı Özlem. Ziraat Bankasından çıkıyordu. Okula bir para yatırmış. Üniversitede okuyor. Dertli mi dertli. Babası emekli, aldığı bursla geçinmesi tabi ki mümkün değil. Ona dedim ki “Özlem bir mektup yazsan ne yazarsın?” Bir öğrencinin neler istediğini bir solukta söyleyiverdi. “Yurtlar ücretsiz olsun, ulaşım için bize devlet veya belediyeler bilet versin, okul masraflarımız içinde en az bin lira burs versinler.
İşe girdiğimizde aldığımız bursları geri öderiz, orada bir sıkıntı olmaz.” Mesela bizim yurtta hep benim gibi arkadaşlarım var. Nasıl geçineceğimizi düşünmekten nasıl okuduğumuzun bile farkında değiliz. Geçen gün evden İstanbul’a yani okula gidecektim, babam ancak yüz lira verebildi.
Epey üzgündü “Baba benim param var” dediğimde “Nereden olacak kızım” dedi. Verdiğiniz harçlıklardan biraz biriktirdim. Bu hafta idare ederim dedim. Anladım ki babam cebinde ki son parayı bana vermişti. Annem durumu fark etti. Onun kenarında köşesinde her zaman bir kaç kuruş olurdu. Beni bahaneyle yanına çağırdı, şu bir iki gömleği de alsan, havalar biraz garip gidiyor üşüme dedi. Beraberce odaya girdik. Çıkardı bana yüz elli lira verdi.
İşte annemin de biriktirebildiği para o kadardı. Sonra ben yola koyuldum. Yurda geldim, yüz yirmi lira civarında bir param vardı. Bir hafta onla idare edecek ve mutlaka dönüş parasında ayıracaktım. Babam yirmi üç ‘ünde maaş alacak. Her ay öyle denk geliyor. Kara kara düşünmeye başladım. Peki bu ne zaman oldu kızım dedim. E işte günün hikayesini anlatıyorum dedi. Bankaya yatırdığı parada otuz üç liralık bir mevla. İşte durum bundan ibaret.
Özlemin mektubu böyle. Aslında üniversitede okuyan çocuklarımızın ruh ve beden sağlıklarının gelişmesi için, özlemin mektubuna dikkat etmek lazım. Son zamanlarda yurt konusunda ilerlemeler kaydettik. Devlet yurtlarının sayısı süratle çoğaltılıp, o yurtlar o çocuklara ücretsiz olarak tahsis edildiğinde inanın üniversitelerde başarı oranımız ileri derecede artacaktır.
Dünya Fani İmiş!
Yoldan geçen birisi, evinin bahçesinde tuhaf hareketler yapan bir adama sorar:
– Niye öyle tepinip duruyorsun?
– Keçe tepiyorum. Sıkıştırıp pazarda satacağım. Ne yapalım, fani dünya işte, üç-beş kuruş kazanıyoruz.
Başındaki çıngırak ne?
– Çevredeki bahçelerin ekin ve meyvelerine kuşların gelmemesi için sesçıkarıyorum. Sahipleri de bana bir miktar ücret ödüyor. Ne yapalım, fani dünya işte, üç-beş kuruş kazanıyoruz.
– Peki, sırtındaki yük nedir?
– Bu yayıktır. Yoğurttan yağ çıkarıyorum. Sonra da götürüp pazarda satacağım. Ne yapalım, fani dünya işte, üç-beş kuruş kazanıyoruz.
– O elinde döndürdüğün nedir?
– Bu bir kirmendir. Komşuların yünlerini eğiriyorum. Onlar da ücretini ödüyor. Ne yapalım, fani dünya işte, üç-beş kuruş kazanıyoruz.
– Ağzınla ne mırıldanıyorsun?
– Hatm-i tehlil okuyorum, isteyenlere hediye ediyorum. Onlar da bana çeşitli hediyeler veriyorlar. Ne yapalım, fani dünya işte, üç-beş kuruş kazanıyoruz.
– Niye öyle sağa sola bakıyorsun?
– Komşu çocuklarını takip ediyorum. Onları tehlikelerden korumak için bakıcılık yapıyorum. Komşular da bana ufak-tefek hediyeler veriyorlar. Ne yapalım, fani dünya işte, üç-beş kuruş kazanıyoruz!..
– Peki, dünya fâni olmasaydı daha neler yapardın?
– Ona göre tedbir alırdım!..
Beyaz at ve hükümdar
Hükümdarın birinin beyaz bir atı varmış. Hükümdar, bu atını çok severmiş. Bir gün bütün maiyetinin (“kendi adamlarının”) hazır bulunduğu bir sırada:
– Bu beyaz atımın ölüm haberini getirenin kafasını uçurabilirim. Çok dikkatli olun. Çünkü bu beyaz atı canım kadar seviyorum. Onun ölüm haberi bende kriz geçirtebilir, demiş.
Günün birinde, her şeyin eceli gibi beyaz atın da eceli gelir. Ve beyaz at ölür. Hükümdarın adamlarında bir telaştır kopar. Kimse cesaret edemez ki, beyaz atın ölümünü hükümdara haber versinler. Seyis başı, düşünür taşınır, olacak gibi değil. Ben gidip hükümdara haber vereceğim. Öyle olsa da, böyle olsa da bizim kafa gidecek, der. Ve Seyis başı, hükümdarın huzuruna çıkar:
– Hükümdarım, der. Sizin beyaz at var ya!
– Evet der, Hükümdar. Seyis başı:
– O, yatmış, ayaklarını dikmiş, gözlerini yummuş, karnı şişmiş, hiç nefes almıyor, der. Hükümdar :
– Seyis başı, seyis başı! Desene, bizim beyaz at öldü!..
Seyis başı:
– Aman hükümdarım! Ben demedim, siz dediniz hükümdarım, siz dediniz der ve kafayı kurtarır.
Söyleme şeklimiz bir çok şeyi değiştirir.
Kırlangıçın hikayesi
Kırlangıcın biri birgün bi adama aşık olmuş.Hergün pencerenin önüne gelir onu izlermiş. Birgün bütün cesaretini toplamış ve adama hey adam ben seni seviyorum uzun zamandır, seni izliyorum, demiş.
Adam, “Saçmalama sen bir kuşsun ben ise bir insan durduk yere sende nereden çıktın?” diye bunu içeri almamış, pencerenin önünden kovalamış. Kırlangıç yine gelmiş, “Tamam seni hiç rahatsız etmicem, demiş sadece çok iyi dost olalım.” Adam yine kabul etmemiş ve kovalamış. Kırlangıç tekrar gelmiş, “bak demiş, hava çok soğuk seninle çok iyi arkadaş olalım, beni içeri al soğukta donacağım. Sıcak ülkelere göç etmek zorunda kalacağım, lütfen beni içeri al.” demiş. Adam yine almamış. Kırlangıç çok üzgün bir şekilde başını önüne eğmiş ve gitmiş. Aradan çok zaman geçmiş, adam pişman olmuş. Yaz gelmiş, diğer kırlangıçlara sormaya başlamış; ama gören olmamış. Sonunda danışma ve bilgi almak için bilge bir kişiye gitmiş, olaları anlatmış. Bilge kişi demişki: “Kırlangıçların bütün ömrü altı aydır. Hayatta bazı fırsatlar vardır sadece birkez elinize geçer; değerlendiremezseniz uçup gider.
Hayatta bazı insanlar vardır, sadece bir kez karşınıza çıkar; değerini bilmezseniz kaçıp gider ve asla geri gelmez. Dikkatli olun, farkında olun. Bir düşün bakalım acaba sen farkında olmadan bugüne kadar kaç kırlangıç kovaladın.”