ONLAR ARTIK BÜYÜDÜ
Ne güzeldi çocukluğumuzda pencere önüne oturup babamızın gelişini beklemek. Sonra da koşarak ona sarılmak ve yemeğin ardından sohbete başlamak. Sahi, kimler akşam babasının eve gelmesini iple çeker, geldiğinde hemen boynuna sarılırdı?
Babayla sohbet kendiliğinden başlardı. Evlerimizde ne televizyon vardı ne de ‘cep telefonu’, demeyeceğim, telefon bile yoktu, bu yüzden sohbetin en alası yapılırdı. Gülen gözlerle gözlerinizin içine bakılarak, tebessümle ve ara sıra saçlar okşanarak yapılan sohbetlerin tadı bir başkaydı.
Gün içindeki çocuk dünyamızın heyecanlı anları yorulana kadar bir bir anlatılırdı. Arkadaşlarımızla olan kavgalarımız, kırgınlıklarımız, öğretmenimizin ‘aferin’ demesi ya da kızması, annemizin varsa büyüklerimizin yaptıkları iyi kötü her şey babamıza teker teker sayılırdı.
Sonra masayı toplayıp, bulaşığını yıkamış, elinde kahveyle anne gelirdi sohbete katılmaya. Siz o sohbetin başkahramanıydınız başlarda.
Bir süre sonra anne ve babanın sevgi dolu ilgisini sindirmiş ve ruhunuzu besleyip doyurmuş olarak oyuncaklarınızla mutlu hayallere dalmış olurdunuz.
Anne babanız sohbete devam ederdi ya da babanız gazetesini okurken anneniz el işi yapardı. Radyoda çocuklar için hazırlanmış “iyi uykular” programındaki masalı dinler tatlı rüyalara dalardınız. Genel de bu hep böyle sürer giderdi.
Bazen misafirler gelir, onların sevgi dolu ilgisi varsa çocukları ile geçirmiş olduğunuz dakikalar çocuk ruhunuzu bir başka doyururdu. Siz yine mutlu bir çocuk olarak uykuya dalardınız.
Her çocuk böyle zaman geçirirdi hemen hemen. Aralarında büyük uçurumlar olmadan. Çünkü o zamanlarda aileler arasında da sosyoekonomik açıdan büyük farklar yoktu. Zengin aileler vardı ancak zenginlikleri bağırmıyordu.
Bu nedenle de çocuklara çok fazla yansıtılmayan bu farklılıklar, okullarda dikkat çekmiyordu. Her çocuk evde annesi tarafından sevgiyle karşılanır, çocukların evde aldıkları sorumluluklar gözlenir okul sorumlulukları takip edilirdi.
Sevgi, saygı içinde hoşgörülü, paylaşımcı, yardımsever, merhametli ve adaletli olmak gibi değerlerimizin özünü oluşturan kültürel bağlarımızın temeli ailede atılır ve okullarda pekişirdi.
Onlar artık büyüdü. Ailede gördüklerini, ilerde kendi çocuklarına uygulayarak kültürümüzü devam ettirirler.
Çocuklar sevgiyle ve ilgiyle büyüsün, mutlu kalın…(aysuazak@hotmail.com)
Babam akşamları eve yorgun dönerdi. Ben bütün gün evde sıkılır, onun
gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla
oynamak isterdim.
Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi.Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla.
Onlar annemle konuşurken ben araya girer,sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, ‘Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!’ derdi.
Annem de ‘Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksın babanla?’ diye çıkışır, beni odama gönderirdi.
Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol
alırdım. Babam arkamdan, ‘Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip,
hâlâ ne istiyor anlamadım.’ diye bağırmaya devam ederdi.
‘Keşke benim de bir odam olmasaydı, keşke bizimde evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık’ derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret
edemezdim.
Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon
seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli
birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı.
Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı.
Bir gün anladım ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak
yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım.
Önce resim yaparak başladım işe. Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; ‘Bak, böyle uslu uslu oyna işte.’ diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu. ‘Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.’ Diye komşulara anlatıyordu annem halimi.
Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem ‘Odanı topla!’diye
odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum. Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum.
Annem odama gelip ‘Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım.’ dedi bir gün. Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden
alırsa ben ne yapacaktım?
Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim.
Babam baktı. Hım, ‘Çok güzel olmuş. Bu adam benim herhalde.’ dedi. Ben ‘Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.’dedim. O ‘Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.’dedi. Ben yine ‘Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.’ dedim.
Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: ‘Peki neden bizi küçük çizdin?’ dedi. Heyecanla başladım anlatmaya. Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz bükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız.
Ben işten geldiğimde yorgun olacağım. Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile.
Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde ‘Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.’diyeceğim. Ve bir de bağıracağım ‘Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar’ diye.
Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Duyduklarına inanamıyorlardı Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.(alıntı)
.