DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kocaeli °C

NERDE O SEVDALAR

07.02.2018
1.417
A+
A-

“14 Şubat” dedim ve ne olduğunu hatırlayanlar olmuştur. Sevgililer Günü.

Bu günün anlam ve öneminden bahsetmeyeceğim. İsteyen teknoloji harikalarından öğrenebilir. Hele hele dünyada olan gelişmeleri hatırladığımda bu günü anlamlı kılmaya yüreğim el vermiyor. Kelimelerin yüklediği bir anlam olsa da yüreğim anlamlandırmakta zorlanıyor.

Yitirilen pek çok değerlerimiz arasında “sevgi” de var. Nasıl kaybettik bu kelimenin içindeki en derin anlamları bilmiyorum.

Sevgili olmak, belki de iki kişilik hayatı tek kişilik yaşamaktır. İyisiyle kötüsüyle “ben ve sen” i birleştirip, biz olabilmektir, “Can ile Canan” olup, sevgiyi yaşayabilmektir.

Dost olmak, arkadaş olmaktır. Sırdaş olabilmektir. Omzuna dayandırabileceğin güçlü bir dağ olabilmektir. Yüreğindeki sevgiyi koruyarak, hem ağlatan, hem güldüren olmalıdır sevgili olmak. Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun gibi olabilmektir, diyeceğim ama onlar çok eskilerde kaldı.

Bugün yine eskilerden bir aşk hikâyesini, “Sessiz Gemi” şiirinin doğuşunu  paylaşmak istedim. Hatırlarsınız, ses sanatçımız, Hümeyra seslendiriyordu şarkısını.

Tüm insanların, birbirini sevmeyi ve saygı duymayı öğrendiği her gün, bizim günümüz olsun. Sevdiklerinizle sevgiyle kalın…

 

“Artık demir almak günü gelmişse zamandan, Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.”                                                                                                                                    Hep bir ölümün ardından söylendiği vurgulanır şiir anlatılırken ama işin arka boyutu tam da böyle değildir. Her şiir aslında bazen yarım kalan bir hikayenin bazen bitmemiş bir aşkın dışa aktarılmış, sözlere dökülmüş halidir.
Yahya Kemal Divan şiiri geleneği ile yeniyi bilen bunları sentezleyen dönemin en
büyük şairidir. Akademisyen, şair… Yaşadığı dönemin en büyük şairlerinden biri.
Darülfünun’da (İstanbul Üniversitesi’nin o dönemki adı), bir dönem de Bahriye
Mektebinde ders verir.
Daha ismi yeni yeni duyulacak olan geleceğin büyük şairi Nazım Hikmet’e ders
vermek için Nazım’ın evine gelip gider. Hatta Nazım‘ın bir kedi üzerine yazdığı şiiri beğenir ve kediyi görmek ister ve kediyi gördükten sonra Yahya Kemal “Sen bu pis, uyuz kediyi övmesini biliyorsun, şair olacaksın” der.
Yahya Kemal ders vermek için eve gelip gider. Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım o dönem de güzelliği ile dillere destan bir ressamdır. Eşinden ayrılmış genç, güzel ve dul bir kadındır. Yahya Kemal ile Celile Hanım arasında duygusal bir bağ oluşur.
Yahya Kemal hovarda bir adam hiç olamamıştır. Duygusal bakan, seven adamdır o. Öyle ki Celile Hanım’ı kıskanır her davete, her yere gitmesine karşıdır.
Celile Hanım’da boş değildir. Bu kıskançlık belirtisi tatlı gönül koymalara,
yasaklara uyar. Öyle ki aralarında mektuplaşmalarda Celile Hanım “Canımın içi pek göresim geldi” diye sözler sarf edecek kadar bağ kurmuştur.
Nazım Hikmet daha lise çağında genç bir delikanlıdır. Annesi ile hocası arasındaki bu münasebeti onaylaması mümkün değildir ve bir gün hocasının vestiyerdeki paltosunun cebine “Hocam olarak girdiğiniz bu evden babam olarak çıkamazsınız” diye not bırakır.

Tehdit etmenin en kibar hali bu olsa gerek. Yahya Kemal’in bu nottan sonra çekindiği ve uzak kaldığı anlatılır. Celile Hanım’ın kadın başına cesurluğuna rağmen Yahya Kemal uzaklaşmış ve münasebeti kesmiş, ama Celile Hanım’a olan duygularını içten içe bohem bir tarzda sürdürmüştür.
Celile Hanım’a bir mektup gider. Evlenme teklifi beklerken umulmadık bir veda olur bu mektup. İstanbul’dan uzaklaşmak en çıkar yoldur. Paris’e gidip resim üzerine çalışmak ister. Güçlü kadın Celile Hanım Paris’e giderken limandan kalkan gemiyi hüzünlü bir çift göz izlemektedir.

İşte Yahya Kemal hüzünlü yarım kalmış bir aşka veda ediyordur limanda ve hepimizin bir ölüm üzerine yazılmış olduğunu sandığımız mısraları yarım bırakılmış, cesaret bulamayınca sönmüş bir aşkın ölümü üzerine yazmıştır, sevdiği kadına uzaktan bir veda ile.
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.”
Bundan sonra hayatına başka kadınlar da girmiş ama hiçbiriyle evlenmeyi
düşünmemiştir. Kendisini cezalandırmıştır. Değil evlenmek, bir ev sahibi dahi
olmamıştır.

Hayatı otel odalarında, pansiyonlarda geçmiştir Yahya Kemal’in.
Yahya Kemal Paris’te Fransız şairlerinin bohem havasını almaktansa Moskova’dan materyalist, maddeci bir ruhu kapsaydı belki de yarım kalan bir aşk olmayacaktı.
Belki de, bu şiir hiçbir zaman yazılmayacaktı.
Ve belki de, gerçekten kavuşamamaktır aşk.(alıntı)

 

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.