DEVLET HER ZAMAN 18 YAŞINDA
Bana küçüklüğümde “Oğlum devlet her zaman 18 yaşındadır” derlerdi. O zamanlar anlamazdım, “Bunlar ne diyor?” derdim. 18 yaşına geldiğimde ne olduğunu öğrendim. Artık rüştümü ispat etmiş ve kendi ayakları üzerinde duran bir birey olmuştum. Aradan 40 yıldan fazla zaman geçti. Ben hala devlet 18 yaşında fikrine katılır ve inanırım. İçte ve dışta düşmanlar bin yıl önce de vardı, bugün de var. Sakın ola endişeye kapılmayın, devlet 18 yaşındadır. Her türlü hainliğe ve itibarsızlaştırma çabalarına rağmen ordu ayakta dimdik duruyor, polis ayakta dimdik duruyor, yargı sistemi ayakta dimdik duruyor. Kurumlar her zaman ayakta kalır, yanlışlar her zaman olabilir, ben işin özüne bakarım. Zarfı ne kadar karalamaya çalışırsanız çalışın, içindeki mazruf 18 yaşındadır. İşte o devlettir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilelebet payidar kalacaktır.” Devletin kendi dinamikleri binlerce yıllık büyük bir devlet geleneği her zaman ve her türlü tehdide rağmen 18 yaşında kalmayı başarmıştır. Bizim milletimizin en güzel ve halisane duygusu “Allah devlete zeval vermesin” prensibidir. Bu kalbimize yerleşmiş, beynimizde yerini etmiş ve bizim her yerimizi sarmış bir büyük asil duygudur. Çünkü bu milletin yediden yetmişe her ferdi asalet sahibidir. Çelikten bir gövdemiz, sarsılmayacak inancımız, yıkılmayacak ülkümüzle biz büyük bir devletiz. Hiç yaşlanmayız. Çünkü devlet ebet müddet bir fikir ve dünya var oldukça bizleri kucaklayacak en büyük varlığımızdır. Kim nereden saldırırsa saldırsın, ister içeriden ister dışarıdan, devlet 18 yaşındadır. Bir genç düşünün yaşı 18, ama kız ama erkek. Onun ruhundaki delikanlılık her türlü melanetin üstünden gelecek, herkese haddini bildirecek 18 yaşındaki devletimizin ta kendisidir.
Dondurucu Soğuk ve Kirpiler
Dünya tarihinde az rastlanır bir kış döneminde hayvanlar teker teker donarak ölmekteymiş…
Kirpiler de durumun farkına varmış, soğuktan korunmak ve kendilerini koruyabilmek için birbirlerine iyice sokulmaya karar vermişler…
Ama sırtlarındaki dikenler birbirlerine batınca ayrılmışlar ve onlar da diğerleri gibi ölümün sessizliğine yatmış, soğuk devam ettikçe de birer birer donarak ölmeye devam etmişler…
Sonunda bir karar vermeleri gerekmiş: Ya ölüp yeryüzünden silinecekler ya da dikenlerine rağmen birleşip birbirlerine sokulmayı göze alacaklar…
Akıl baskın çıkmış ve birlik olmuşlar…
Birbirlerine sokularak ısılarını paylaşmışlar, ufak tefek yaralanmalara da hiç aldırmadan. Bu birlikteliğin getirdiği küçük yaralar ise onları hem hayatta tutumuş hem de yaşamı öğretmiş…
Paulo Coelho
Sultan Mahmud ve Kölesi Ayaz
Bir zamanlar Ayaz adlı bir köle varmış. Takdir bu ya, köle bir gün Sultan Mahmud’un kölesi olmuş. Sultan, köleyi taşıdığı asil karakteri sebebiyle çok sevmiş. Derken Sultan’ın öylesine itimadını kazanmış ki, bütün sultanlığın haznedarı tayin edilmiş ve en kıymetli ve zarif mücevherler, taşlar ona emanet edilir olmuş. Bu gelişmeyi gören saraylılar ise durumdan pek rahatsız olmuşlar. Hasetleri ve kibirleri yüzünden, sözüm ona basit bir köleye böyle bir mevki verilmesini ve kendi rütbelerine çıkarılmasını bir türlü hazmedememişler. Bu duygular içinde, özellikle Sultan yakınlardaysa ondan gün geçtikçe daha çok şikayet etmeye başlamışlar ve asil ruhlu kölenin itibarını zedelemek için ellerinden geleni yapmışlar. Bir gün Sultan’ın huzurunda bir saraylının diğerine şöyle dediği duyulmuş:
– “Köle Ayaz’ın sık sık hazineye gittiğini biliyor musun? Onun mücevherlerimizi çaldığından adım gibi eminim.” Sultan kulaklarına inanamamış.
– “İşin aslını kendi gözlerimle görmeliyim” demiş. Duvara küçük bir delik yaptırıp, içeride olanları seyretmeye hazırlanmış. Kölenin sessizce içeri girdiğini, kapıyı kapattığını ve sandığa gittiğini görmüş. Orada sakladığı küçük bir bohçaymış bu. Bohçayı öpmüş alnına koymuş ve sonra da açmış. İçinden çıkan köleyken giydiği yırtık pırtık bir elbise! Aynanın karşısına geçmiş. Kendi kendine, “Daha önceleri bu elbiseyi giydiğin zamanlar kim olduğunu hatırlıyor musun?” diye sormuş.
– “Bir hiçtin sen… Hepsi hepsi satılacak bir köleydin ve Allah, Sultan’ın eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak etmediğin nimetler lütfetti. Asla nereden geldiğini unutma! Çünkü mal mülk insanın hafızasını uçurur, unutuluşlara sürükler. Şimdi sen de, nimetçe senden aşağı olanlara kibirle bakma ve daima hatırla Ayaz, hatırla!” Sandığı kapatmış, kilitlemiş ve sessizce kapıya doğru yürümüş. Hazine dairesinden çıkarken birden Sultan’la yüz yüze gelmiş. Sultan gözlerini Ayaz’ın yüzüne dikmiş dururken, yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyormuş ve boğazı öyle düğümlenmiş ki, konuşmakta güçlük çekmiş.
– “Bugüne kadar mücevherlerimin hazinedarıydın, ama şimdi… Kalbimin hazinedarısın. Bana benim de önünde bir hiç olduğum kendi Sultanımın huzurunda nasıl davranmam gerektiği dersini verdin.”