DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kocaeli °C

Zenginlik

13.04.2018
962
A+
A-

Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldılar: “Eski gazeteniz var mı bayan?” Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim ama ayaklarına gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski sandaletler vardı ve ayakları su içindeydi. “İçeri girin de, size kakao yapayım” dedim.

Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı. Kakaonun yanında reçel, ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri. Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım işlerimi yapmaya koyuldum. fakat oturma odasındaki sessizlik dikkatimi çekti bir an ve başımı uzattım içeriye.

Küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu… Erkek çocuğu bana döndü “Bayan, siz zengin misiniz?” diye sordu. Zengin mi? “Yo hayır!” diye yanıtlarken çocuğu, gözlerim bir an ayağımdaki eski terliklere kaydı. Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve “Sizin fincanlarınız, fincan tabaklarınız takım” dedi.

Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu. Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte bir şey yapmışlardı. Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı. Pişirdiğim patateslerin tadına baktım.

Sıcacıktı patatesler, başımızı sokacak bir evimiz vardı, bir eşim vardı ve eşimin de bir işi… Bunlar da fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi bir uyum içindeydi. Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin çamur izleri, halının üzerindeydi halâ. Silmedim ayak izlerini. Silmeyeceğim de. Olur unutuveririm ne denli zengin olduğumu…

Zenginliklerimizi Fark edebilmemiz Ve Şükredebilmemiz Dileklerimle…

 

Ceylan ve Kurt Hikayesi

Rivayet ederler ki: Bir ceylanla bir kurt evlenmişler ve çocukları olmuş.

Müftüye: “Bunu kurt mu sayalım; yoksa ceylan mı? Onu kurt olarak kabul etsek, eti haram ve murdar olur; ceylan desek helal olur. Bunu hangisinden sayalım ve adını ne koyalım? Tereddütte kaldık.” diye sordular.

Maharetli müftü şöyle fetva verdi: “Bunun hükmü mutlak(kesin) değil; mufassaldır(detaylı). Bu yavrunun önüne bir deste ot ve biraz kemik koyunuz. Eğer kemiğe meylederse kurttur ve eti haram olur. Yok eğer ota meylederse ceylandır ve onun eti ceylan eti gibi helaldir.”

Bunun gibi Ulu Allah, o dünyayı bu dünya ile, yeri gök ile karıştırdı, birleştirdi. Biz bu her ikisinin çocuklarıyız. Eğer ilme meyleder ve kuvvetimiz ilim ve hikmet olursa semavi ve helal oluruz. Eğer yemeğe, uykuya ve cihanın nimetlerine, giyeceklerine meylederse hayvani ve zemini oluruz. Makamımız alayı illiyin değil, cehennemin dibi olur.

 

302 Numaradaki Ayşe Hanım

Hastanede baş hemşirenin masasındaki telefon çalar. Hemşire hemen açar telefonu.

– 302 numaradaki Ayşe Hanımın durumunu soracaktım, nasıl acaba? diye sorar telefondaki kadın.

– Bir dakika efendim, der, Baş Hemşire..

Sonra cevap verir…

– Her şeyi yolunda, efendim. Ateşi düşmüş. Tansiyonu normalleşmiş. Testleri çok iyi gelmiş. Bu akşam serumları kesilecek. Salı günü de bir aksilik olmazsa taburcu edilecek…

– Harika!.. Harika!.. Harika!.. diye çığlık atmış telefondaki ses… Muhteşem bir haber bu. Çok teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim. Sağ olun. Var olun.

– Bu kadar heyecanlandığınıza göre çok yakınınız olmalı, demiş Baş Hemşire.

– Hayır, demiş telefondaki ses. Ayşe Hanım benim.. Sabahtan beri bir sürü doktor girdi çıktı odama ama, hiçbiri bir şey söylemedi. Meraktan ölüyordum.

 

Ecel

Hazret-i Süleyman aleyhiselamın yanında bir zat oturuyordu. Ölüm meleği geldi ve o kimseye öyle bir baktı ki, kendisine korku ve ürperme geldi. Bu gelenin kim olduğunu Süleyman aleyhisselam’dan sordu. Ve ölüm meleği olduğunu öğrenince:

“Ey Allah’ın peygamberi, ben ondan çok korktum. Beni Çin’e gönder de, ondan uzakta olayım.” dedi. Hazret-i Süleyman aleyhisselam, rüzgara emrederek o kimseyi Çin’e gönderdi. Biraz sonra ölüm meleği tekrar yanına geldi ve Süleyman aleyhisselam ölüm meleğine sordu:

“Biraz önce buraya geldin baktın ve gittin. Bu meraklı bakış ve aniden gidişinin sebebi neydi?” Ölüm meleği cevap verdi:

“Burada yanınızda oturan bir kimsenin, ruhunu Çin’de almakla emrolundum. Halbuki onu sizin yanınızda Kudüs’te görünce gayet şaşırdım ve hayret ettim. Oysa o kimse sizden Çin’e gönderilmesini istedi ve sizde bu isteği kabul ederek onu Çin’e gönderdiniz. Böylece bende aldığım emir gereğince Çin’e giderek onun ruhunu aldım..

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.