DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kocaeli °C

BABADAN OĞULA

21.02.2019
1.290
A+
A-

BABADAN OĞULA
Yaşarken ne çok güzellikleri atlıyor insan, demek istiyordum ancak ninelerimiz dedelerimiz aklıma geliverdi, paylaşacağım hikâyeyi okuyunca.
Onlar da çocuk olmuşlar, genç olmuşlar, aşık olmuşlar, evlenmişler ve çocuk sorunları, geçim kaygıları, hayat mücadeleleri olmuş.
Sosyal baskı, aile, akraba, konu komşu ve mahalle baskılarıyla bir arada yaşamışlar. O zamanlar bugün anladığımız bir sosyal yaşam yoktu belki ama o dönemin de kendine has sosyalleştikleri kültürel değerleri vardı.
Belki de bugünkü kadar yozlaşmamış, sınırları korunmuş, her bireyin kendine özgü, yaşına uygun bir sosyal yaşamı vardı.
Buna rağmen hem güzellikleri yaşamışlar hem de değerlerine sahip çıkmışlar.
Tamam. O dönemlerle bugünler arasında çok fark var. İhtiyaçlar ve istekler tamamen değişti. Teknoloji bile başlı başına bir değişimdir.
Ancak insan olarak, toplum olarak her dönem için geçerli olan, ortak paydaları hatırlamak gerekir, her döneme damgasını vuran değerlerimizi.
Bu hikâye, hüzünlü bile olsa hüznü anlatırken kelimelerin derinliği içimi ısıttı, duygulandırdı. Sevgiyi, saygıyı, vefayı, sadakati, kabullenişi, doğayı ve aşkı buldum içinde. En çokta yalnız bir babanın çocuğu için verdiği emek ve sabır dokundu yüreğime..(Hikayenin kalanı haftaya devam edecektir.)
Doğanın içinde kibirden, hırstan uzak bir yaşam dileğiyle…
Sevgiyle kalın..(aysuazak@hotmail.com)

Bugün eşimin ellinci ölüm yıl dönümü. Evliliğimizin üçüncü yılında, henüz yirmi yedisinde soluverdi canı bir tanemin. Bir evlat emanet etti bana, oğlumu. Ailem, dostlarım, komşularım birçok kez baskı yaptılar evlenmem için. Evlenmedim. Elli yıldır özlemimdeki sırlı güzelliktir eşim. Can yoldaşımı çok özlüyorum ve ona bir mektup yazdım bugün. Kendimden, oğlumdan, güzel günlerden, hoş hatıralardan bahsettiğim bir mektup. O mektubu paylaşacağım sizinle ve mektubumun bitiminde kaval çalacağım eşimin o güpgüzel ruhuna doğru… Can Yoldaşım, Bir haftalığına oğlumuzun yanına gitmiştim İstanbul`a. Bugün döndüm köye. Yolda yazdım sana bu mektubu. Şimdi mezarının başında okumak istiyorum. Biliyorum ki, bütün zamanlardan ve bütün mekânlardan gören ve duyansın beni sen; evimizden, bahçemizden, oğlumuzun yanından, yeryüzünden ve gökyüzünden duyumsayansın ruhumu. Oğlumuz profesör oldu geçen ay, felsefe profesörü. Benim kadar sen de gurur duymuşsundur eminim. “Babacığım seni her davet edişimde reddediyorsun; ama bu sefer beni kırma lütfen. Üniversitede dersime girmeni çok isterim” dedi. “Peki” dedim, “otururum bir kenarda.” “Hayır babacığım” dedi, “kürsümde sen oturacaksın ve sohbet edeceksin öğrencilerimle. “ Şaşırdım. “Oğlum, ne konuşabilirim ki öğrencilerinle?” dedim. “Felsefe üzerine elbette” dedi, “onlar soracak, sen cevaplayacaksın.” Kızdım. Dedim, “senin gibi tahsilli değilim ben, aklım ermez senin ilmine. “ “Kıracak mısın yine oğlunu?” dedi sitemle. Sana baktım, senin duvardaki fotoğraflarına, -hele kucağında oğlumuzun olduğu fotoğrafa-. Seslendin o fotoğraftan bana, “git Derviş`im” dedin, “benim hatırıma, oğlumuzun hatırına git canım benim.” Yıllardır köyünden çıkıp ilçeye bile gitmeyen ben, oğlumuzun yolladığı biletle, on saatlik yola, İstanbul`a gittim. Otogarda karşıladı beni oğlumuz. Nasıl özlemişim bir bilsen. Sımsıkı sarıldım ona. Oğlum annesi koktu, sen koktun o anda. Evinde ağırladı beni, -gelinimiz demeyeceğim kesinlikle- kızım ve torunlarımızla. Daha evine giderken sordum arabada, “öğrencilerin biliyor mu dersine gireceğimi?” “Evet babacığım” dedi. “Nasıl anlattın onlara beni?” dedim. Gülümsedi. “Bir köylüm gelecek ve sizinle felsefe sohbetleri yapacak dedim”. “Niye söylemedin baban olduğumu?” dedim. “Sana torpil geçmelerini istemedim, çatır çatır sorular soracaklar sana!” dedi. Aldı beni bir tedirginlik. “Bilmez misin, cahilim senin yanında oğlum” dedim. “Sen benim yalnızca babam değilsin, hocamsın” dedi oğlumuz. Eve vardığımızda kızımız, torunlarımız hep moral vermeye çalıştı bana. Kızımızı ve torunlarımızı da çok özlemişim. Ah, o tedirginlik işte; gece uyuyamadım, gözlerimi bile yummadım neredeyse. Oğlumuz kavalımla gelmeni söylemişti. “Olur” demiştim, “kaval çalışımı özlemiştir. “ Ertesi sabah üniversiteye gitmek için hazırlanırken, “kavalını da al babacığım” dedi. “Öğrencilerine kaval mı çalacağım?” dedim. “Sen sustuklarını kavalında dillendirensin” dedi. “Rezil olacağım bugün” dedim. “Hayır babacığım” dedi, “her şey çok güzel olacak…” Vardık üniversiteye. Beni arkadaşlarıyla tanıştırdı oğlumuz; profesör, doçent, asistan arkadaşlarıyla. Öyle mahcup oldum ki el sıkışırken. Bir şey dediklerinde, sesim titredi konuşurken. Fısıldadı kulağıma oğlumuz, “benim hatırıma ve annemin hatırına” dedi, “lütfen rahat ol babacığım.” Koluma girdi oğlumuz ve sınıfına geçtik. Gülümseyerek karşıladı bizi gencecik çocuklar. “Size bahsettiğim köylüm” dedi oğlumuz, “Derviş Amcanız bizimle olacak bugün.” “Hoş geldiniz” dediler. “Bugün aranızda oturacağım” dedi oğlumuz, “Derviş Amca kürsüde yer alacak.” Yüzümün kızardığını, hatta yandığını hissettim kürsüye yönelirken. “Önde bir yere otur bari” dedim usulca, “bir şey olursa yardım edersin bana”. Gülümsedi, omzuma dokundu hafifçe ve en arkada bir yere oturdu hınzır!

Ön sıradan bir öğrenci dedi ki kürsüdeki bana, “sizinle felsefe üzerine konuşabileceğimizi, her şeyi sorabileceğimizi söyledi hocamız.” Çekinerek dedim, “vakıf değilim felsefe ilmine, ama bildiğim bir şey olursa söylerim.” Gülümsedi hepsi, içtenlikliydi gülümsemeleri. “Köyde yaşıyormuşsunuz” dedi bir öğrenci, “anlatsanıza köyünüzü”. “Bizim oralarda gökyüzü daha hür” dedim, “yıldızlar daha bol.” “Eminim ki öyledir” dedi bir başka öğrenci, “İstanbul`da gökyüzü bile tutsak.” Bir ferahlık süzüldü ruhuma. “Buğday ekerim ben” dedim. “Bir buğday tanesinde ne görüyorsunuz?” diye sordu biri. “Emeği görürüm “ dedim. “Emeği ekinde gördüm ömrüm boyunca; ekin ektikçe huzur buldum, ekmeğimi kazandım ve ektiğim buğdaylarla hem doydum, hem doyurdum.” “Derviş Amca, sen ne güzel bir insansın” dedi bir başkası. “Sağolasın” dedim, “hepimiz can`ız ve hepimiz güzeliz.” Aynı öğrenci,“sana ironik bir soru sormak isterim” dedi. İronik ne demek bilmiyorum. Dedim içimden “başlıyor bilmediğim yerlerden sorular gelmeye!” “Kaç sorusu olabilir bir kedinin?” dedi. Torunlarım geldi gözümün önüne, “onlar sorsa bu soruyu, ne derdim acaba?” diye düşündüm. Bütün gençler merakla bana bakıyor. Göz gezdirdim sınıfa, dedim ki, “sokak kedisinin sorusu olmaz hiç, ev kedisinin de cevabı…” “Derviş Amca, süpersiniz” dedi biri. “Müthiş cevaptı” dediler. “Ben de bir ironik soru soracağım” dedi bir genç. O kadar tedirgin olmadım bu sefer! “Bir balık mı yaşamımız kuş olmaya hüküm giymiş?” dedi. (Yazan: Ergür Altan )

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
8 Ağustos 2018
23 Nisan 2020
5 Haziran 2020
12 Ocak 2023
30 Ekim 2023
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.