DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kocaeli °C

O GÜNLER

O GÜNLER

Daha ilkokuldayım. Evde telefon çaldı. Koştum, açtım. Babamın okul
Arkadaşı Kerim amca. O da babam gibi öğretmen. Çocukluğumuzun öğretmenleri
işte… İki söz arasında hemen birkaç soru, her fırsatta öğretmenliği yaşıyor ve
yapıyor.
Telefonda hemen sınav başladı….
-Zafer, İstiklâl Marşımızı kim bestelemiştir?

  • Zafer, Konya’nın plakası kaç? Hepsini yanıtlıyorum.
    Ardından o zaman bana çok garip gelen bir soru geliyor:
    -Zafer, ON YUMURTA KAÇ ÖĞRETMEN EDER? Şaşırıyorum.
  • O nasıl soru Kerim Amca?
    Kerim Amca telefonda uzun uzun gülüyor. “Bak,” diyor. “Okulun akıllısı Zafer.
    Yanıtını bilmediğin bir soru buldum işte. Şimdi telefonu babana ver. Sonra da
    babana sor. O sana yanıtını verir.”
    Babamla Kerim Amcamın telefon görüşmesi bitince, babama soruyorum:
  • Baba, Kerim Amcam sordu. On yumurta kaç öğretmen eder?
    Babam da gülmeye başlıyor. Ardından, gülerek başlayan, ama bittiğinde
    ikimizin de gözyaşlarıyla yıkanan aşağıdaki öyküyü anlatıyor:
    Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinin yaklaşık yirmi kilometre güneyinde
    yan yana iki orman köyü vardır. Boşnakköy ve Armutlu. Her iki köyde de hayat zor,
    insanları yoksuldur.
    1950 yılının güneşli bir Temmuz sabahında, bu iki köyün en çalışkan iki öğrencisi Ali
    ve Kerim, birkaç yıl içinde öğretmen okullarına dönüşecek olan Köy Enstitüsü
    sınavına katılmak için ilçe merkezine yola çıkarlar.
    Tabii yürüyerek. Ali’nin elinde küçük bir sepet ve sepetin içinde on tane yumurta
    var. Evde para olmadığından, annesi ilçede satıp, sınav için lâzım olacak
    kalem, silgi gibi ihtiyaçları alması için bu on yumurtayı, biraz kendi evinden, biraz da
    komşulardan toplayarak Ali’ye vermiş.

Kerim’in ailesi daha da fakir olduğundan, Kerim’de o da yok. Yaklaşık yirmi
kilometre yolu yürüyerek ilçe merkezine ulaşıp, hemen bir bakkala giriyor ve on

yumurtayı satarak bir kalem ve bir silgi alıyorlar. Kalemi de, silgiyi de ikiye bölerek
paylaşıyor ve sınava giriyorlar.
İkisi de başarmıştır. Ancak bilmedikleri bir şey var. Sınav iki gün. Bu iki küçük köylü
çocuk, sınava girip akşama köylerine dönmeyi düşünürken, şimdi Hükümet
Konağı’nın önünde, neredeyse ağlamaklı geceyi nerede geçireceklerini bilmeden,
bir aşağı, bir yukarı yürümekte…
Cadde üzerindeki evlerden birinde, bu iki köylü çocuğa merakla bakan bir kadın
onları eve çağırır. Durumu öğrenince onları doyurur. Akşama eşi de işten gelir ve
çocukları o gece misafir ederler.
İkinci gün de sınav başarılıdır. Birkaç ay sonra Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsüne
kayıt ve ardından şanla şerefle geçen otuz yılı aşkın öğretmenlik yaşamı…
Babam, öykünün sonun şöyle bağladı:
BAK OĞLUM, KÖYDEN ON YUMURTAYLA ÇIKAN İKİ ÇOCUĞUN ÖĞRETMEN, SUBAY,
MÜHENDİS, MİLLETVEKİLİ HATTA CUMHURBAŞKANI OLABİLDİĞİ YÖNETİME
CUMHURİYET  DENİR.”(alıntı)

Cumhuriyet, Türk Dil Kurumu sözlüğünde, milletin egemenliğini kendi elinde
tuttuğu
ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığı ile kullandığı devlet
biçimidir,
şeklinde tanımlamaktadır.
Sözlük anlamı bu olmakla birlikte, cumhuriyet çok renkliliği, çok sesliliği içinde
barındırmaz mı?
Farklılıklarımız benzerliklerimiz hepsi bir uyum içindeyken bu uyumun değer
görmesi, korunması ve kollanması toplumun her türlü kültür mozaiğini oluşturmaz
mı?

Yine bir yıl dönümü daha. Tam 99 yıl öncesi. 29 Ekim 1923
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, devletin yönetim biçimini cumhuriyet olarak ilan
ettiği, aynı günün gecesinde de 101 pare top atıldığı günün arifesindeyiz.
Adını cumhurdan (halk) almış, kanla, imanla, inançla, aşkla tarihe adını yazdırmış bir
bayramın arifesi.
Binlerce canın yok olduğu, sevenlerin bağrına taş bastığı, karalar bağladığı, âşıkların
sevdasını yüreklerine kazıdığı o günlerden,
Top seslerinin birbirini kovaladığı, Mehmetçiklerin “Allah Allah” nidalarıyla yeri
göğü
İnletirken, içimizi sızlattığı o günlerden,
Yüreği sadece vatan sevgisiyle dolu, en azından sıcacık bir tas çorbaya ve
yavuklusuna
(sözlüsüne) özlem duyarak şehit olan askerlerimizi, yüreklerimizde taşıyarak geldik
bu günlere.
Cumhuriyetimizin bu 99. kuruluş yıl dönümünde büyük sıkıntılarla yetişen bir neslin
torunları olarak bizim bu günleri görmememizi sağlayan tüm dedelerimize,
ninelerimize ve başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere vatan toprağı
uğruna
fedakârlıkla mücadele eden gazilerimizi minnetle yâd ediyor, şehitlerimizi rahmet
ve
minnetle anıyorum.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.
Sevgiyle mutlu kalın… (aysuazak@hotmail.com)

Son söz Ata’mızdan gelsin:
“Gençler cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz
terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin
en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz
kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.”

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
8 Ağustos 2018
6 Mart 2019
27 Şubat 2018
7 Kasım 2017
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.