Nurettin Şenemre


KIRK YIL SIRTINDA ODUN TAŞIYAN ŞAİR


Sivrihisar’a bağlı Sarıköy derler bir köy vardı.  Burada Yunus adında genç bir adam yaşıyordu. Taptuk Emre adında bir yol göstericinin kapısına sığınmıştı. Başka insanlarda vardı burada. Taptuk Emre Yunus’u dağdan odun getirmekle görevlendirmişti. Yunus her gün dağa gitti, odun getirdi. Bunlar öyle odunlardı ki oklava gibi dümdüzdü.  “Niçin hep düzdün odun getiriyorsun? Ormanda hiç eğri odun yok mu?” diye soranlara “Taptuk’un kapısına eğri odun yaraşmaz,” karşılığını verirdi. Bir yıl değil, beş yıl değil, yoksul yunus tam kırk yıl hergün dağdan odun taşıdı. Durumundan kimseye yakınmadı, yazıklanmadı. Kırk yıl geride kalmıştı. Bir akşam Taptuk ocağında kalabalık bir topluluk yer almıştı.  İlahiler okunacak, şiirler söylenecekti. Yunus da dağdan yorgun argın gelmiş, kapı ardında bir yere ilişmişti. Taptuk’un adamları arasında Yunus’-ı  Güyende (Söyleyici Yunus)adında bir şair vardı. Taptuk emre ona:

“Yunus,” dedi. “haydi bir şeyler söyle de dinleyelim.”

Güyende mırın kırın etti, bir şeyler demek istedi başaramadı. Ak sakallı Taptuk Koca, topluluğa bakındı. En arkada kapı dibinde Yunus’u gördü.

“Haydi oduncu Yunus, sen söyle!”

Yunus bir anda gözlerinden bir perde kalkmış gibi içinin aydınlandığını hissetti.  Her şeyi daha bir arı duru duru görmeye başladı ve dili çözüldü. O gece orada öyle güzel şiirler söylendi ki dinleyenler kendilerinden geçtiler. Ertsi gün Taptuk baba Yunus’u çağırdı:

“Artık,” dedi, ”aradığını buldun. Çilen doldu, tamam oldu. Bundan böyle bu kapıya odun getirmen gerekmez.”

Yunus pirinin elini öptü. Sırtında aba, ayaklarında çarık, omzunda çıkını, elinde sopası yollara düştü. Dağlara taşlara, uçan kuşlara, tarlalarda çalışan insanlara, atlarının üstünde kurumlu kurumlu giden eli kanlı beylere şiirler söyleyerek yıllarca dolaştı. Yolu bir gün Konya’ya düştü. Büyük şair ve bilgin Mevlana’nın yanına vardı, elini öptü. Mevlana kendisine yeni yazdığı altı ciltlik Mesnevi adlı kitabını gösterdi. Yunus baktı, karıştırdı: “Uzun yazmışsın,” dedi “Ben olsam, Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm derdim, olur biterdi.” Yunus bütün Anadolu’yu Suriye’yi, Azerbaycan’ı içine alan uzun yolculuğundan dönünce gene Taptuk Emre’nin yanına vardı. Taptuk Baba, artık iyice yaşlanmıştı. İki gözü görmez olmuştu. Yunus’a:

“Yunus’um,” dedi, “iki güneş bir arada barınmaz, şimdi bir ok atacağım. Bu oku ara, onu nerede bulduysan orada yerleş kal.”

Ok vınlayarak bulutların arasında kaybolup gitti.  Yunus tam beş yıl bu oku aradı. Sonunda doğduğu Sarıköy’de buldu. Oraya yerleşti ve orada öldü. Şimdi mezarı Sarıköy’dedir.

Yunus Emre Türk edebiyatının en büyük şairlerinden birisidir. O zamanki Türk aydınları Türk dilini hor görüyor, Arapça, Farsça yazmayı üstünlük sayıyorlardı. Yunus emre halkın konuştuğu Türkçe’yi şiir dili yaptı. Üstün şairlik yeteneği ile dilimizi içlere işleyen  akıcı ve sıcak bir ses haline getirdi.

Türk halkı onu yedi yüz yıldır hiç unutamadı. Kimi kentli şairler onu küçük gördüler, yazdıkları kitaplarda adını anmadılar ama köylünün, kasabalının,, hatta dağ başındaki çobanların dilinden hiç düşmedi. Şiirlerinden hangi dinden, hangi ırktan olursa olsun, insanları sevmek gerektiğini, barış içinde yaşama dileğini dile getirdi. Derler ki, Yunus üç bin tane şiir yazdı. Şiirlerinin yazılı bulunduğu defter, Yunus öldükten yüz yıl sonra  Molla Kasım adında bir Ham Sofunun  eline geçti. Defteri yanına aldı. Irmak kıyısına vardı. Sağ yanında bir ırmak akıyordu sol yanında da bir ateş yaktı. Başladı şiirleri okumaya. Dar kafalı Molla, şiirleri okuyor hiç birisini beğenmiyordu. Bunları dine aykırı buluyordu. Okuduğu sayfayı koparıyor kimini yanı başında sessiz sessiz akıp giden ırmağa atıyor, kimini de oylumoylum yanan ateşte yakıyordu. Tam iki bin şiiri yok etmişti. Birden eline iki bin birinci şiir geçti. O şiirin sonunda şöyle deniliyordu:

“Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme

Seni sorguya çeken bir Molla Kasım gelir.”

Molla Kasım böğründen kurşun yemişe döndü. Dili dişi kitlendi. Ben ne yaptım da iki bin şiiri yaramaz diye yok ettim,” diye dövünmeye başladı.” Ama dövünmesi gereksizdi. Çünkü o şiirlerin hiç birisi boşa gitmedi. Yok olmadı. Halkımızın inancına göre bu gün ırmağa atılan bin şiiri denizlerde balıklar, yakılan bin şiiri gökyüzündeki kuşlar, kalan bin şiiri de insanlar okuyor. Şimdi siz bunun aslı varmı diye soracaksınız. Aslı olmasa da bir büyük şaire halkın verdiği değeri göstermesi bakımından çok güzel bir hikaye… büyük şairler çiçeklere benzer, halk toprağında her yıl yeniden açıp dururlar.

Hasan Latif Sarıyüce

 

HÜRMET EDİNCE FARUK, ALLAH’IN KİTABINA

/ ALLAH DA ALTIN YAZDI FARUK’UN HESABINA”

7 yıl öncesinde kadar babası ve oğlu ile şehirde sakalık yaparak geçinirdi. Bir atı vardı onun sırtına su tulumlarını yükleyip akşama kadar dolanırdı. Oğlu 6 yaşına gelince kendisi gibi olmasın diye kuran öğrenmesi için hocaya gönderdi. Oğlu Lokman kısa zamanda elifbayı söküp kuranı hatmetmiş, adet olduğu üzere hoca Lokman’a, “baban kuran hediyesini göndersin” demişti.Lokman sevinerek geldi “baba kuranı hatmettim, hoca hediyesini istiyor!” dedi. Çelebi Faruk düşündü, taşındı. “Kur’an Allah kelamıdır, ona layık ne hediyemiz olabilir? En kıymetli varlığımız şu sakalık yaptığım attır: bari onu götür!” deyip atını hocaya gönderdi. O gün ve ertesi gün ve yine ertesi gün para kazanamadı. Faruk’un babası bu yaptığına çok öfkelenmişti. ‘Bre oğul deli misin sen! şu zor ve karışık zamanlarda bir atın vardı tuttun hocaya verdin, bu günde kim senin gibi ahmak olabilir?.sen ne hayırsız çıktın böyle” diye çıkıştı. 1 gün, 5 gün, derken tam 6 ay geçti. Faruk canından bezdi. Oturdukları küçük evi satılığa çıkardı. Tapduk Emre Hazre tleri evi satın alıp yine oturmaları için kendilerine bağışladı. Amma yine kazanç yok yine dert çok. Başı aşağıda boynu bağrında geziyor, kimseden bir şey isteyemiyordu. Derken üzüntüyle uyuduğu bir gece bir rüya gördü. İhtiyarın biri ona ‘Kalk! başının altını kaz!’ diyordu. Önce ilgilenmedi. Fakat aynı rüyayı üç gece üst üste görünce eline bir kazma aldı. Bu sefer babası “şimdi de evini mi yıkacaksın ?!. diye başladı söylenmeye. O inat etti, sonunda kazmanın ucu bir mermere çarptı. O vakit ihtiyar babası “dur oğul, sen çok yorulmuşsundur, biraz ben kazayım! diye aldı kazmayı eline. Derken mermer kırıldı, altında bir kuyu çıktı. Merdiven sarkıtıp kuyuya indiler. Orada hiç yıpranmamış bir çuvalın içinde bu altınları buldular. Altınların üzerinde fert bilmez, kişi okumaz yazılar vardı. şaşırmışlardı. Ama Faruk’un babası boynuna sarılıp “A benim devletli evladım! ne kadar uğurlu ve akıllı çıktın sen, deyip ilave etti. Artık zengin olduk, ne at alır, sakalık yaparsın dedi. Faruk babasına altınları Tapduk Emre Hazretlerine götürüp teslim edelim, bu altınlar onun mülkünde bulundu madem, altınlar da onundur! dedi. Babasını dinlemeyip altınları dergaha götürdü, Tapduk Emre hazretlerine rüyasını anlattı. O altınları muhafaza için arka odaya koymalarını ve iki eli ile bir kere avuçlayıp ne miktar gelirse babasına götürmesini söyledi. Faruk Onun dediğini yaptı. Babası altınları alınca onları terk etti, Faruk’ta oğlu Lokman ile birlikte Tapduk eşiğine kapılandı. 4 yıl sonra Tapduk Emre altınları Çelebi Faruk ve Bizim Yunus ile ile birlikte Anadolu Selçuklu Sultanı Mesut Han’a gönderdi.  Sultan mesut “Peki şimdi neden bu altınlar bize gelmiştir?! diye sordu.  Çelebi Faruk: Ömrünüz uzun, devletiniz daim olsun sultanım! Tapduk Emre Hazretleri selam edip bu altınlar bizim evimizde bulunmuş olsa da evimiz sultanımızın ülkesindedir. bize gerekmez, sahibine iletiniz, buyurdular, bu yüzden çok şükür ziyan eriştirmeden size getirdik.dedi. Sultan Mesut altınlardan birini eline aldı. üzerindeki yazılara baktı ancak okuyamadı. Hizmetkarlarından birine emir verdi, az sonra içeriye bir katip girdi. altını ona gösterip sordu :”oku bakalım, hangi kral zamanından kalmıştır ?! katip parayı evirip çevirdi, gözleri faltaşı gibi açıldı. sonunda hayretler içinde cevap verdi: “sultanım efendim, kelimeler türkçe, harfleri aramice yazılmış bir beyit bu.”  “ne diyor peki ?” “aynen okuyorum sultanım diyor ki : “HÜRMET EDİNCE FARUK, ALLAHIN (CC) KİTABINA / ALLAH DA ALTIN YAZDI FARUK”UN HESABINA” Sultan Mesut altınların Faruk ve oğluna ait olduğunu alamayacağını söylese de, Çelebi Faruk ta geri almadı. Altınlar ertesi gün Bizim Yunus’un refakatinde Konya’nın fukarasına dağıtıldı.

ALINTI

BAŞKAN SEZER DOĞRU HAMLELER YAPIYOR...

ŞEHİT RIDVAN GÜRSOY MEMLEKETİNDE TOPRAĞA VERİLDİ

VALİ YAVUZ: "1 MAYIS YÜRÜYÜŞLERİNİ GAMER'DEN TAKİP EDİYORUZ"

KO-MEK İlçe Sergileri Baharın Gelişini EL EMEĞİ GÖZ NURU ESERLERİYLE KARŞILAYACAK

Kocaelilileri bu yaz pırıl pırıl sahiller bekliyor

Bugün vefat edenler

Eski Dostlar 391. kez buluştu

Başkan Hürriyet Sözünü Tuttu PAMUK ŞEKERİ ARABASINA KAVUŞTU

Büyükşehir ulaşımda hız kesmiyor; YUKARI HEREKE-DİLOVASI ÇERKEŞLİ YOLU TAM SÜRAT

KOTO’dan Büyükakın’a ‘tebrik’ ziyareti

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.Galatasaray 34 30 1 3 59 93
2.Fenerbahçe 34 28 1 5 58 89
3.Trabzonspor 34 18 12 4 15 58
4.İstanbul Başakşehir 34 15 12 7 7 52
5.Beşiktaş 34 15 13 6 5 51
6.Kasımpaşa 34 14 13 7 -3 49
7.Rizespor 34 14 13 7 -6 49
8.Alanyaspor 34 12 10 12 3 48
9.Sivasspor 34 12 10 12 -4 48
10.Antalyaspor 34 11 11 12 -3 45
11.Adana Demirspor 34 9 11 14 2 41
12.Kayserispor 34 11 13 10 -9 40
13.Samsunspor 34 10 15 9 -7 39
14.Ankaragücü 34 8 12 14 -3 38
15.Fatih Karagümrük 34 9 16 9 -2 36
16.Konyaspor 34 8 14 12 -14 36
17.Gazişehir Gaziantep 34 9 18 7 -15 34
18.Hatayspor 34 7 15 12 -10 33
19.Pendikspor 34 7 18 9 -32 30
20.İstanbulspor 34 4 23 7 -41 16