14164,11%-0,02
42,82% 0,04
50,62% 0,52
6155,92% 0,77
9975,22% 2,31
Aramızda söyleşilen nice gün vardır ki ekonominin nabzını hızlandırır: dini bayramlar, doğum günleri, evlilik yıl dönümleri, Sevgililer Günü, Öğretmenler Günü… Hele yılın en uzun gecesine yaklaşırken, vitrinlerdeki ışıklar çoğalır, sokağın kokusu değişir, hediye paketlerinin hışırtısı bir şehrin içten gülümsemesidir. Birkaç sene öncesinin Aralık ayını hatırlıyorum; mağazalar dolup taşar, kasaların önünde sabırla bekleyen kalabalıkların içinde bir telaş, bir sevinç, bir “paylaşma” arzusu vardı. Ellerde poşetler, yollarda adımlar, vitrinlerde umut… O günleri anınca, bugünkü sessizlik daha da derinleşiyor.
Şimdi, sokağa çıkınca duyulan ses, çoğu zaman bir yoksunlukla harmanlanmış düşüncenin sesi. Mağazalar boş, sokaklar sakin; vitrinlerdeki ışık aynı yanıyor, ama gözlerdeki ışık sönük. Çünkü ekonomi yalnız rakamlardan ibaret değil; bir evin faturasını ödeyebilmek, kiranın gününü kaçırmamak, kredinin taksidini aksatmamak, sofraya sıcak bir ekmek koyabilmek kadar gerçek. Bu en temel kaygılar bir ülkenin ruh halini belirlerken, yılbaşı heyecanı da bayram neşesi de ağırlaşıyor. Hediyenin anlamı, ücret pusulasının kenarında kalan “mümkün” kelimesine bağlanıyor; mümkün değilse geri çekiliyor. Böyle olunca ticaretin nabzı yavaşlıyor, yalnız esnafın değil, üreticinin, dağıtımcının, kuryenin, hatta ışıklarını açık tutmaya çalışan küçük dükkânların da yükü artıyor.
Bir akşamüstü düşünün: cadde boyunca yürürken vitrin camlarına vurup dağılan solgun bir ışık, içerde müşteri bekleyen bir esnafın gözünde uzun bir günün yorgunluğu, kasiyerin sessizce taradığı birkaç ürün, otobüs durağında evine yetişmeye çalışan bir işçinin yüzünde kuşku ve hesap. Bu yüzlerdeki çizgiler bazen bir ayın değil, birkaç yılın ağırlığını taşıyor. Neşenin geri döndüğü zamanlarda aynı yüzlerde başka çizgiler beliriyor: gülümsemenin titrettiği, umudun yumuşattığı çizgiler. İnsan yalnız cebindeki parayla değil, yüreğindeki yerle var oluyor; ama cebin sıkıştığı dönemlerde yürek daha çok çalışmak zorunda kalıyor. Toplumsal hafızamızda bayramın kokusu, hediyenin heyecanı, yeni yılın sözü kolay değişmez; yine de zor zamanlarda bu ritüellerin yerini sessiz bekleyiş alıyor.
Ticaretin canlandığı günler yalnızca kasaların hızlı çalıştığı anlar değildir; aynı zamanda bir kent estetiğinin, bir topluluk hissinin, bir “birlikte oluş”un zamanı. Hediyeyi seçmek başlı başına bir anlatıdır: sevdiğini tanımanın, onu mutlu edecek küçük bir ayrıntıyı fark etmenin, emeğini bir paketin içine koymanın anlatısı. Ekonomik sıkıntılar bu anlatıyı kesince, bir parça ilişkilerimiz de eksiliyor. Hediyenin yokluğu, yokluğun hediyesinin ağırlaştığı bir dönem yaratıyor. Oysa bazen küçücük bir şey bile hatırlanmayı, görülmeyi, sevilmeyi gösterir; maddi imkân küçülse de anlam büyüyebilir. İnce bir not, el emeği bir parça, birlikte geçirilen bir akşam… Kıtlıkta filizlenen incelikler direnci besler.
Öte yandan gerçeği saklayamayız: faturası ödenemeyen bir evde incelik de bir yere kadar yaşar. Ekonominin sıkıştığı anlarda toplumun yükü esnafın tezgâhına, öğrencinin harçlığına, emeklinin alışveriş filesine birer ağırlık olarak düşer. Zincirle bağlı bir düzen bu; düğüm bir yerde sıkılınca telin titreşimi her yere yayılır. Kargo bekleyen atölye, satışı düşen mağaza, stokunu eritmek için umudunu indirim etiketlerine bağlayan küçük işletme… Her biri, büyük bir sistemin görünmeyen vida ve dişlileri. Bu yüzden sokakların sessizliği yalnız bir mevsimin meselesi değil; güvenin, istikrarın, adil paylaşımın hikâyesi. Güven olmadığında harcanan para “yarın”ı bekler, yarın belirsizse “bugün” daralır; daralan bugünde hane önce zorunlu giderleri seçer, hediye masası en önde boş kalır.
Ama şunu da unutmamak gerekiyor: umudun doğası, pek çok karanlığı nazikçe yarmak. 2026’da düzelecek bir ekonomi demek, yalnız tablolarda yeşil oklar görmek demek değildir; aynı zamanda sokaklarda yeniden artan ayak sesleri, küçük dükkânların camlarına yeniden asılan “Hoş geldiniz” yazısının anlam kazanması, kasada duyulan “İyi yıllar”ın yürekten söylenmesi demek. İyileşme, haksızlıkların onarılması, emeğin karşılığını bulması, üretimin bereketinin adilce paylaşılması, insanların yarına güvenle bakmasıyla gelir. Toplumsal dayanışma kök saldıkça, küçük iyilikler büyür; askıda kalan bir ekmek, bir fatura, bir sıcak çorba, bir mahallenin kalbini yeniden ısıtır. Kısıtlı imkânlarda dahi bir arada durabildiğimizde, ticaretin dili de değişir: müşterinin bir yüzü, esnafın bir selamı, komşunun bir “kolay gelsin”i ekonominin görünmez sermayesi olur.
Belki bugün hediye poşetleri hafif, belki vitrinlerin önünde duraklayanlar az; ama duamız şu: her evde ışığın sönmediği, her sofrada bir lokmanın eksik kalmadığı, her yüzün gölgesinden ziyade gülüşünü gösterdiği günler. Ekonomi düzelince yalnız banka hesapları değil, gündelik hayatın estetiği de güzelleşir; yılın son gecesi yine şehrin üstüne düşer ve biz birbirimize “mutlu yıllar” derken, sözlerimiz somut bir umuda dönüşür. O gün geldiğinde hatırlayalım: bizi taşıyan, yalnız paranın akışı değil, birbirimize verdiğimiz değer. Hediyenin en kıymetlisi, belki de zor zamanda birbirini bırakmayan iki elin, iki kalbin buluşmasıdır.
Bir kentin ruhu bazen vitrin ışıklarında, bazen sokak adımlarında, çoğu zaman da insanların yüzündeki çizgilerde okunur. Bugün o çizgilerde yorgunluk var, düşünce var, tasalanmış bir bekleyiş var. Dilerim 2026, bu yüzlere yeniden sıcaklık verir; dilerim sokakların sessizliği yerini küçük sevinçlerin alçakgönüllü gürültüsüne bırakır. Ve dilerim ki her özel gün, yalnız ticareti değil, hatırlamayı, paylaşmayı, birbirine dokunmayı çoğaltsın. Çünkü ekonominin kalbi, eninde sonunda, insanda atar.
*Vecdi ŞENEMRE

