Tarih: 20.04.2023 13:12

KAPILAR

Facebook Twitter Linked-in

KAPILAR

TDK nın açıklamasında kapı için “Bir yere girip çıkarken geçilen ve açılıp kapanma
düzeni olan duvar veya bölme açıklığı” der.
Sizler nasıl bir anlam yüklediniz bilemiyorum ancak bizim kültürümüzde kapıya
yüklenen pek çok anlam var.
Çocukluğumuzda oynadığımız oyunlardan birini hatırladım. Oyun sırasında kapı
olarak adını koyduğumuz yere geldiğimizde kapının açılması için şöyle derdik.
“Açıl susam açıl!” Çocukluk işte gücümüz yettiğince bağırarak söylerdik. Kapı
açılırdı. (Oyunda kapının açılması neden önemliyse artık.)
Yine “ Kapıdan kovsan bacadan girer.” derler ya bir türlü kurtulamadığın
anlamına gelir.
“Kapı gibi adam.” dediklerini de duymuşsunuzdur. Duruşu sağlam, gücü yerinde
anlamındadır.
Şimdilerde adına “hükümet kapısı” dediğimiz de devlet işinde çalışmak anlamını
taşırmış.
Mesela Tasavvufta da hem mekân hem de insanlar için kavram olarak “kapı”
önemliymiş.
Her dönemin kapıları mimari olarak farklılıklar gösterir. Bulunduğu mekânlara
göre kapılar, çeşitliliği ve bütünlüğü sağlamışlardır.
Büyük bahçeleri içine alan tokmaklı ve iki kanatlı olan kapılar geldi aklıma,
tokmağına deli gibi vurup arkadaşlarımızı çağırmak istediğimiz zamanlardan.
Herkes kapısının önünü süpürürdü. Hem süpürürken hem de çocuklar
koştururken tozmasın diye de hafif hafif ıslatırlardı.
Kapı önü konuşmalarını hatırladım birden, iki taşı tabure gibi yapıp üzerine
ilişiveren, günün yorgunluğunu gideren ya da biraz mola veren kadınlarımızdı
konuşanlar.
Her kapının bir dili vardı sanki. Kimi kapılar boyanmış, çiçeklerle süslenmiş, önün
de oturulması için minik setler yapılmış.
Kimi bakımsız kalmış, tokmağı paslanmış çürümeye yüz tutmuş. Önüne toz
toprak birikmiş belli ki içeride yaşanan hayatlar temizlemeye fırsat vermemiş ya
da orada oturan yaşı ilerlemiş, tonton bir teyzecikmiş.

Hangi sokağa girerseniz girin önce rengârenk kapılar karşılar sizi sonra tek tek
gözünüze çarpar ayrıntılar. Bilinmez içeride yaşananlar. Bilinmez ilk sahibi kimdir.
Yine bilinmez o kapıdan giren çıkan kimdir. Neler yaşamış, ne acılar çekmiş?
Belki de mutluluktan bulutlar üzerindeymiş, bilemeyiz elbette.
Bilinen tek şey her kapının ardında yazılmış hikâyelerin olduğudur.
Kapılar hem kapanır hem açılır, ister içeri olsun ister dışarı ne fark eder? Önemli
olan bir yerden bir yere geçiş değil mi? Yeter ki doğru zamanda, doğru kapıdan
geçmeyi başaralım.
Olur ya kimi zaman kapılar kapanabilir, o zaman bil ki bir başka kapın açılıyordur.
Ne demiş Mevlana, “Kapı açılır, sen yeter ki vurmayı bil! Ne zaman, bilmem!
Yeter ki o kapıda durmayı bil!”
Hayat zıtlıklarla vardır. Ön – arka, iç – dış, ters – yüz, kalın – ince gibi. Alınırsa
verilir, ağlanırsa gülünür, kalkılırsa oturulur ve elbette kapanırsa da açılır.
Bu mübarek ramazanda kim bilir kaç kişi yeni kapılar açılsın diye geçirdi içinden.
Yeni hikâyeler yazmayı düşledi. Zira girmeyi düşlediğiniz açılan her kapının
yazılmayı bekleyen bir hikâyesi vardır.
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” diyen Mustafa Kemal Atatürk, bundan
tam 103 yıl önce Türk milletiyle birlikte TBMM’nin kapısından girdi ve büyük Türk
milletinin kaderini değiştirdi, şanlı tarihini yazdı, geleceğini aydınlattı.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınız kutlu olsun.
Yine sofranız huzurlu, paranız bereketli, kararlarınız isabetli, yuvanız keyifli,
kalbiniz merhametli, bedeniniz sıhhatli, yüzünüz mutlu, Ramazan Bayramı’nız
kutlu olsun.
Hayat her girdiğimiz kapıda nefes aldığımız sürece yaşanır. Gerçek olan
güzelliklerle yaşarsak tadına varırız. O halde tadına varmak dileğiyle sevgiyle
kalın…. (aysuazak@hotmail.com)
Hazır Mevlana’dan başlamışken yine ondan bir hikâye ile tamamlayalım.

Rivâyete göre öğrencilerinden biri Mevlâna’ya sormuş.- Efendim, bu
dört kapı mes’elesini ben pek anlayamıyorum. Bana anlayabileceğim bir lisanla
anlatır mısınız ?

“Şimdi bak, karşı medresede dersini çalışan dört kişi var. Hepsi rahlelerine
eğilmiş. Sen git bunların hepsinin ensesine bir şamar at, sonra gel sana
anlatayım.”
Adam gitmiş birincinin ensesine bir tokat aşketmiş. Tokadı yiyen derhal ayağa
kalkıp arkasını dönmüş ve daha kuvvetli bir tokatla Mevlâna’nın öğrencisini yere
yıkmış. Öğrenci dayağı yemiş, geri dönecek ama hocasına itaat var. Yaradana
güvenip ikinciye de bir tokat aşketmiş. O da derhal ayağa kalkıp elini kaldırmış.
Tam tokadı vuracakken vazgeçip yerine oturmuş. Öğrenci devam etmiş üçüncüye
de bir tokat atmış. Üçüncü şöyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına
devam etmiş. Dördüncü, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan
çalışmasına
devam etmiş. Öğrenci Mevlâna’ya dönmüş, olanları anlatmış.
“Birinci; şeriat kapısını geçememiş biri idi. Şeriatta kısasa kısas olduğu için tokadı
yeyince kalktı. Aynısını sana iâde etti. 
İkinci; tarîkat kapısındadır. Tokadı yeyince o da kalktı tam tokadı iade edecekti ki,
tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi. “Sana kötülük yapana bile iyilik yap.”
Onun için döndü, yerine oturdu.
Üçüncü; mârifet kapısına kadar gelmiştir. İyinin ve kötünün tek Yaradan’dan
geldiğini bilir, inanır. Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi âlet etti diye merakından
söyle bir dönüp baktı.
Dördüncü; hakikat kapısını da geçmiştir. Iyinin ve kötünün tek sahibi olduğunu
bilir. Onun için dönüp bakmadı




Orjinal Habere Git

— HABER SONU —