10358,46%0,26
40,15% 0,22
47,03% 0,08
4336,36% 1,24
6897,23% 0,94
NİSAN AYI
Ne güzel bir insanın neşeyle dolması neşelenmesi, ayatına neşe katıyor olması, etrafında neşeli insanların bulunması, her şeye, her şeylere rağmen neşeyle yaşıyor olmak, olabilmek ne güzel.
Nisan ayı Bahar ayıdır, toprağın neşelenmeye başladığı, bin bir çiçeğe bağrında yer vererek, gözümüzü gönlümüzü açan bir ay nisan ayı.
Şarkılara, şiirlere, sözleri konu olmuş, kimi zaman hüzün, kimi zaman neşeyle.
Derken, Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir şiiri aklıma geldi. “ DESEM Kİ,
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır, …….” diye devam eder.
Zeki Müren’den de bir şarkı, “ Bir Bahar Akşamı rastladım, size ………” ,
Sabahattin Ali ne güzel anlatmış nisan yağmuru ile neşeli olmayı.
Evet, her şeye rağmen gönlümüzü şen tutmalıyız. İçinde bulunduğumuz süreçte azıcık bile olsa gönlümüzü şen tutmayı başarmalıyız. Çünkü her şey için şükredecek çok şeyimiz var.
Ne İle mücadele ettiğimizi biliyoruz, adı Corono, sonrasında değişik isimler eklense de savaş verdiğimiz düşmanımız belli.
Onu yenecek malzemeye, korunmamız için bilgilere, yöntemlere sahibiz.
Elimizden gelenin daha fazlasını yapabilecek durumdayken, ihmal ettiğimiz, bildiğimiz halde yapmadıklarımız da var. Yapanlara içinde bulunduğum toplumun bireyi olarak da teşekkürlerimizi sunmak gerek.
Karamsarlığın hiç kimseye faydası yok ve azıcık bile olsa şen olmanın da hiçbir zararı yok.
Oysa 1918 1922 yılları arasında yaşadıklarımız ve daha önce yaşananlar bu virüsten daha kötüydü. Yıllar önce en son yaşadığımız Kurtuluş Savaşı, pek çok acıları yaşayıp umutların yok olmaya yüz tuttuğu yıllardır.
Bu, zor geçen yılların en önemlisi ve dönüm noktası 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi olmuştur.
Nisan ayı, Türk milletinin kaderini değiştirdiği, ülkemizin Ankara’dan yönetilmeye başlandığı, herkesin neşeyle dolacağı anlardan habersiz, acılar yokluklar ve çaresizliklerin olduğu düşünülen aydı.
Savaş hazırlıkları düzenli ordunun kurulması Türk milletinin acılar ve yokluklar içinde olmasına rağmen geleceğine atılan ilk adımdı.
Ülkenin durumu acınası bir haldeyken, bitip tükenmişken, pek çok evin ocağı sönerken, erkeklerin sayısı azalmışken, eli silah tutamayanlar ülke savunmasına dualarıyla katılırken, bebelerimiz yatağında bırakılıp gidilirken bir umut doğdu.
Gönüller azıcık bile olsa şenlendi.
9 Eylül 1922, İzmir’in kurtulduğu gün umutlar çiçek açtı da gidenler gelmedi, gelmedi ama yüreklerin en başköşesine yerleşti, tam 101 yıl önce bu ay.
Şu an verdiğin kararlar, geleceğini kurar, şekil verir, yön verir düşüncesiyle açılan meclisin aldığı kararlar uygulanmaya başlanmış, çok önemli hayatlar inşa edilmiştir.
“Eğer inşa edersen, GELECEKTİR.” Ne güzel söylenmiş.
E l ele verdik, omuz omuza geldik ve umutlandık, yokluklar içinde kayıpların acısıyla yanarken acılarımıza rağmen birliğin beraberliğin en güzel örneğini verdik.
Gönlümüz azıcık şen oldu.
Çocuklarımız bayram etti. Analarımız, babalarımız, ninelerimiz, dedelerimiz yüreklerinin acısıyla çocukların neşesine katıldı. Neşeyle doldular.
Çocuklara armağan edilen bu anlamlı bayramı bizlere hediye eden, başta Büyük Önder ATA’mız olmak üzere silah arkadaşlarının, bütün ölmüşlerimizin ruhu şad olsun. Bayramımız kutlu olsun.
Sevgiyle kalın, çıkmak zorunda değilseniz evde kalın, sağlıkla kalın….(aysuazak@hotmail.com)
Sofraya hep Türk garsonlar hizmet etmekte idi. Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı. Yemekler de halılara dağıldı. Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler. Fakat Atatürk Kral’a eğilerek :
– “Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim!” dedi. Bütün sofradakiler Atatürk’ün zekasına hayran oldular. Atatürk garsona da “vazifene devam et” emrini verdi
***********************
Atatürk, muhtelif vesilelerle maiyetinde çalışan kimselerin samimiyet ve sadakatlarını imtihan etmesini gayet iyi bilirdi. İnsanların halet-i ruhiyesini, niyet ve emellerini teşhis ve temyiz etmekte şelaleler saçan bir zekaya malikti.
O büyük insan, bir gece Çankaya köşkündeki bir ziyafette devrin vekillerinden maruf bir zata şöyle bir sual sorar:
– Beni hakikaten sever misiniz?
Muhatabı hemen cevabı yapıştırır:
– Sevmek ne kelime Ata’m, taparım!
– Peki her dediğimi de yapar mısınız?
– Derhal
Atatürk, bu söz üzerine belinden tabancasını çıkarır ona uzatır.
– Öyleyse, al tabancamı, sık kafana…
– “Aman Atam” der, herhalde benimle şaka ediyorsunuz. Benim ölmemi istemezsiniz. Meseleyi anlayan Atatürk, yeleleri kabaran bir aslan mehabetiyle dışarıda hizmet eden askeri yanına çağırıp aynı sualleri sorup, cevabını aldıktan sonra, karşısında Toroslar’dan kopmuş bir kaya parçası gibi duran bu bağrı yanık Anadolu çocuğuna tabancasını uzatıp kafasına sıkmasını emreder. Aslan Mehmetçik, bu emri bilatereddüt yerine getirir, fakat kendisine bir şey olmaz. Çünkü, Atatürk, daha önce tabancasındaki merminin kurşununu çıkarmıştır.
İşte o zaman, Atatürk yanındakilere şöyle der:
– Beni ve vatanı seven hakiki insanı gördünüz mü?
Ruhu şad olsun