Tarih: 18.08.2022 13:46

OKULA BAŞLARKEN

Facebook Twitter Linked-in

OKULA BAŞLARKEN

Şu aralar birinci sınıfa başlayacak pek çok öğrencimiz var. Çocuklar heyecanlı, anneler çocuklardan daha çok heyecanlı.

Temeli atılacak her konu heyecan verir ve bir o kadar da sorumluluk yükler.

Meksika’da çölde yetişen bir tür kaktüs vardır. Agave Kaktüsü…

Bu kaktüs tekilanın hammaddesi olduğu gibi, yapraklarında da Sisal denen ipeksi bir iplik var ve ipekten daha pahalı bir kumaşın yapımında kullanılır.

Bir gün bir işadamı bu kaktüslere yatırım yapmaya karar verir.

Büyük bir fabrika kurar, büyükçe ve verimli bir tarlada kaktüsleri yetiştirmeye başlar.

Kaktüsleri orada daha büyük ve daha bol yapraklı yetiştirmek için her türlü fedakârlığı yapar.

Kaktüsleri bol vitaminler ve zenginleştirilmiş gübrelerle besler.

Çabaları sonuç verir, daha iri ve yaprakları daha büyük bitkiler elde eder.

Sıra yaprakların içindeki iplikleri toplamaya gelir. İlginç bir olayla karşılaşırlar; hemen hemen tüm kaktüslerde bu iplikler kaybolmuştur!

 Yapraklar daha iri olmuş ama içlerindeki iplikler kaybolmuş.

Buna bir türlü anlam veremez ve işadamı büyük bir zararla fabrikayı kapatmak zorunda kalır.

Ama olayın sebebini öğrenmek ister ve sorunun peşini bırakmaz.

Sonuçta Amerikalı bir bitki biyoloğu ile anlaşır.

Bitki biyoloğu çöle gider, bu tür kaktüslerden birinin yanında çadır kurar ve bir-iki ay kaktüsü gözlemler, inceler ve sonuçta bir rapor yazar.

Raporda şu ifade yer alır;

“…bu ipliklerin ortaya çıkma sebebi çölün çetin ve zor koşullarıdır.

Siz bu kaktüsü rahat bir ortama yerleştirmekle bu yeteneğinden etmişsinizdir…. “

Çocuk yetiştirirken, eğer ona kötülük yapmak istiyorsanız her istediğini verin.

Eğer iyilik yapmak istiyorsanız, bırakın bazı sorunlarını kendisi çözmeye çalışsın…

Bunu yaparken de kendisini geliştirsin.  (Anooshirvan Miandj)                                                                                       

Bizlerde böyle değil miyiz?

Çocuklarımız için elimizden gelen kolaylığı yapmıyor muyuz?

Okula başlama heyecanı içinde çocuklarımızı mutlu etmek için çabalıyoruz.

Onlar el becerilerini kazanmış olmasına rağmen biz giydiriyor, ayakkabısını biz bağlıyoruz, hatta bazılarımız çocuğunu kendi yediriyor.

Okula başladığında da çantasını yerleştiriyoruz kalemlerini açıyoruz. Suyunu çantasına biz koyuyoruz.

Evde derse başlarken, “Hadi gel bakalım ödevin neymiş? ” diyerek çantasından biz çıkararak derse hazırlanmasını istiyoruz.

Sanki sınıfını hiç bulamazmış gibi sınıfın kapısına kadar götürüyoruz. Hepsini annelik içgüdüsüyle yapıyoruz. Koruyucu ve kollayıcı annelik duygularımız bize bunu yaptırıyor.

Aslında bunları yaparken sadece kendimizi rahatlatıyoruz.

Bilmiyoruz ki çeşitli beceriler kazanıp gelen, bireysel ihtiyaçlarını az da olsa kendi başına gideren yaşıtlarıyla bir arada olacak.

Bilmiyoruz ki herkes eşyalarını toplarken o birilerinin gelip toplamasını bekliyor olacak.  Böylece de arkadaşlarından geri kalmış olacak. Sonra da “beni beklemiyorlar” diyecek. Çok haklı, çünkü o hep beklemiş, beklemeyi öğrenmiş.

Bilmiyoruz ki kaybolan kaleminin, silgisinin ve hatta ismi yazılı olmadığı için giysilerini bile tanımadığını.

Bilmiyoruz ki diğer çocukların böyle sürekli geciken ve el becerileri gelişmemiş çocuklar için neler düşündüklerini ve hatta neler söylediklerini.

Ve en önemlisi de sürekli bu durumda olan bir çocuğun diğerlerinin yanında kendini nasıl hissedeceğini bilmiyoruz. 

Demem o ki çocuklarımız okula başlamadan önce ellerinden geldiğince yapabildikleri kadar kendi bireysel ihtiyaçlarını karşılayabilsinler. Bunların yapılması için evde fırsatları olsun. Örneğin, ayakkabısını bağlamak gibi.

Kendi becerilerini geliştirmesi için fırsat verilen çocuklar her konuda duyarlı olacakları için sorumluluklarını taşıyabileceklerdir.

Etkili ve nitelikli farkındalık gelişimi ailede başlar. Aile çocuğun bir şeyleri fark etmesini sağlarsa çocukta bunu bulunduğu ortamlarda ve o anda bir şeyleri fark ederek yaşamını kolaylaştıracaktır. 

Bizler farkında olmadan iyi niyetle çocuklarımıza yardımcı olmak isterken asıl konudan uzaklaşıyoruz. Kendi kanatlarıyla uçabilen çocuklarımızın olması dileğiyle….

Yine güzel bir hikâyeyle mutlu kalın. (aysuazak@hotmail.com)

Adam ormanda gezerken bir kelebeğin kozasından çıkmaya çalıştığını gördü. Kozasındaki küçük delikten çıkmaya çabalayan kelebeği saatlerce izledi.

Sonra adam, kelebeğin kozadan çıkmak için çabalamaktan vazgeçtiğini, gücünün kalmadığını düşündü.

Kelebeğe yardım edeyim de kolayca çıksın diye düşündü ve kozadaki deliği daha rahat çıksın diye büyüttü.

Bu sayede kelebek kozasından kolayca çıkabildi. Fakat çıkmaya daha hazır değildi, bedeni hala kuru ve kanatları buruş buruştu.

Adam, kelebeğin gücünü toplayıp, kanatlarını açıp, uçacağını düşünüyordu. Ama Kelebek kozasından zamanından önce çıkmıştı.

Ne kadar çabalasa da uçamadı ve buruşmuş kanatlarıyla yerde sürünmeye devam etti.(alıntı)




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —