Gölcük parkındayız… Siyah beyaz bir televizyon. İnsanlar merakla, heyecanla Ecevit’i izliyor. Ecevit o tarihi konuşmasını yapıyor. “Biz aslında savaş için değil, barış için ve yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için adaya gidiyoruz.” Gölcük parkındaki kalabalık; alkışlar, çığlıklar içinde coşuyor, bağrışıyor.
Böyle başlamıştı Türk askerinin haklı bir dava için Kıbrıs’a çıktığı ve sonunda başardığı heyecanlı günler. Deniz Kuvvetleri’nin kalbi Gölcük için daha da özel bir yönü vardı. O günlerde asker sivil aynı mahallelerde otururdu. Herkesin bir komşusu, öğretmeninin eşi ya da bir arkadaşının babası askerdi. Sokaklarla birlikte aynı binalarda dostluklar da paylaşılırdı.
Tüm askeri gemiler gibi Kocatepe de Gölcüklülerin kendilerini, anılarını paylaştığı askerlerle doluydu. Babamın kadim dostu Mehmet Çiçek de onlardan biriydi. Tarih öğretmenimiz Nevgün Gürkaya’nın eşi Necati Gürkaya da gemideki subaylar arasındaydı. Her gün karşılaştığımız diğer askerler ABD’den satın alınan savaş gemilerinden biri olan Kocatepe’de görevliydi.
Keşif uçağımız 12 kamyonluk bir konvoy tespit etmişti. Sonra bunlar ‘sınırlı ve manipüle edilebilen’ bir iletişim sonrasında gemi konvoyuna dönüştü. Ankara’da aynı binanın ayrı katlarında konuşlanan Hava ve Deniz Kuvvetleri harekat merkezleri anlaşamadı. Ecevit, Kissinger’a Yunan gemilerinin Türk bayrağı çektiğini, Türkçe konuştuklarını iddia ederek bunları vuracaklarını söyledi. Ateşkes peşinde olan Kissinger Ecevit’e Türk bayrağı çekilmiş gemilerin Türkler tarafından vurulması halinde kimsenin rahatsızlık duymayacağını söyledi.
B. Hulusi Gürbüz ve Emekli Başçavuş A. Oktay Akçay tarafından hazırlanan ve ‘Yelkencinin Gazetesi’nde yayınlanan araştırmaya göre; Amerikalılar Kocatepe’yi satarken elektronik karşı koyma cihazlarını vermediler. ABD ve İngilizler harekat sırasında karıştırma yaptılar. Radarlarda hayali konvoylar görülmeye başlandı. Hatta Çeşme, Karaada, Seferihisar gibi bazı yerlerdeki kara birlikleri bu konvoylara ateş açtılar. Ancak radarlarda görünen konvoy, gözle yapılan araştırmalarda bir türlü görünmüyordu. Bir başka husus harekata katılan üç gemimizde de uçaksavar yoktu.
Sonuçta bizimkiler, bizimkileri vurdu. Üç gemimiz yara aldı. Kocatepe ağır yaralananıydı.
Kocatepe’nin Savaş Harekât Merkezi Subayı olarak görev yapan Üsteğmen Özhan Bakkalbaşıoğlu, açık denizde uzun süre yaşam mücadelesi verdikten sonra kurtarılan askerlerden biriydi. “Kocatepe Nasıl Battı? Bir akıl Tutulması” isimli kitabında yüzlerce sayfada an be an Kocatepe’nin batışını anlattı. Özünde aynı binada altlı üstlü çalışan Ankara’daki havacılar ve denizciler eşgüdümle karar almayı başaramamışlardı. Her kuvvet zaferden daha fazla pay almak istiyordu. Adana’daki ortak hareket merkezi devre dışı kalmış, inisiyatif Ankara’ya geçmişti. Üstelik 21 Temmuz saat 15’te bombalamadan tam 5 dakika sonra kendi uçaklarımızın kendi gemimizi vurduğu ortaya çıkmıştı. Bu belli olmasına karşın her nasılsa saat 18.00’de tekrar başlayan bombalama tam 5 saat sürmüştü.
Kocatepe ‘terk’ emrinden 3 saat sonra 22 Temmuz’un ilk saatlerinde battı. Kocatepe’de gemi personeli olan 54 şehit vardı. Ancak bir de 13 deniz piyadesi! Yani gerçek kaybımız 67 kişiydi. Zamanla bu trajedi anlatılırken 13 piyade unutulur oldu.
Bu kez denizde yaşam mücadelesi başladı. Birbirine bağlı 22 sal, uçaklara karşı hedef küçültmek için iplerini keserek birbirlerinden ayrıldılar. Günlerce denizde kaldılar. 21-25 Temmuz tarihleri arasında Bir İsrail gemisi 42 personel (6 Sb., 18 Astsb., 18 Er), İngiliz Gemi/Helikopteri 112 Personel (6 Sb., 38 Astsb., 67 Er), Lübnan gemisi 39 Personel (16 Astsb., 23 Er), Toplamda 192 Personel (12 Sb., 72 Astsb., 107 Er) kurtarıldı. Bu süreçte bazı askerlerimiz sallardan denize atlayarak kayboldular.
Kocatepe’nin batışından herhangi bir kişi ya da kurum sorumlu tutulmadı. Askeri savcılık ‘savaşın olağan sonucu olduğu’ gerekçesiyle soruşturma açmaya gerek görmedi.
Öğretmenimizin eşi Necati Gürkaya şehit olanlar arasındaydı. Babamın günlerce merak ettiği Mehmet Çiçek’ten iyi haberler, geçmek bilmeyen günlerden sonra geldi. Kendisini görmek için birkaç ayın geçmesi gerekecekti. Mehmet Çiçek geldi ve bu konuda hiç konuşmadı. Şu anda Kıbrıs’ta 50. Yıl törenlerinde. Suskunluğu 50 yıldır sürüyor.
Levent AKBAY
akbaylev@gmail.com