“Her şeye rağmen seni olduğun gibi seviyorum.” dediniz mi?
Koşullu sevgiler, bana hep yapay ve bencilce gelmiştir. Belli bir koşula bağlı olan ilişkilerin doğal olmadığını, koşula bağlayan kişinin bencilce duygularından kaynaklandığını düşünürüm.
“Erkeğin kalbine giden yol, midesinden geçer.” derler, bilmem ne kadar doğru söylenmiş bir söz, tartışılır. Yani, erkeğin sevgisini kazanmak istiyorsak güzel mi yemek yapmalı? (Yapamazsan öğrenirsin.)
Koşullu sevgi, güzel yemek yaparsan seni sever.
“Eğer”, diyor çocuk annesine, “Eğer, yaramazlık yapmazsam, sen beni çok mu seveceksin?”
Zaten çocuk o ana kadar pek çok yaramazlık yapmıştır. Kendisi de yaramaz bir çocuk olduğunun farkındadır ve bu sözleri şöyle tercüme edecektir kendince, “Ben yaramazlık yaparım, onun için annem beni sevmez.”
“Eğer, bana yardım edersen ben de sana yardım ederim.
Onu sev ki, o da seni sevsin. Eğer, eş olarak görevini yaparsan mutlu oluruz.” gibi sevgiyi bir koşula bağlamak, bir süre sonra sevgisizlik yaratacaktır.
İster eşlerimizle olsun, ister çocuklarımızla ya da arkadaşlarımızla, hiç fark etmez, kiminle olursa olsun bir koşula bağlanarak bağımlı olarak yapılan her iş insanı üzer.
Duygularla bağlanabilirsin ancak bağımlı olmamalısın.
Beklentilerine cevap veremediğinde de sevgiyi kaybetme korkusu yaşar. Sanki eş olarak görevimi yerine getirmediğimde - ki zaman zaman olmayabilecekte - beni sevmeyecek, değer vermeyecekmiş gibi düşünürüz. Bu kaygılar bir süre sonra ilişkilerimizi olumsuz anlamda etkileyecektir.
Sonuçta bazıları bir koşulla, bir şartla sever. Bizler bu “bazı”larının içine girdik mi acaba? Sevdiklerimize, sevgide şart koyduk mu?
Hangi koşullarda sevdik, sevgimizi gösterdik?
Sanırım hepimizde birinci derecede sevdiklerimizde bunların hiç birini düşünmedik. İnsan sevdiği yakınlarını ya da yakın gördüğü sevdiklerini koşulsuz sever.
Koşulsuz sevgiyi, bebeğini kucağına ilk defa almış bir annenin gözlerine baktığımda, bir de hastane kapılarında bekleyen anaların babaların umutlu bekleyişlerinde görürüm. Her ikisinde de yürekten gelen bir yorgunluğun, bir emeğin izleri var.
Kimileri var ki, varlığına şükrederek sever kimileri de menfaatlerine göre.
Sanki sevmemiz için bir özellik bulmamız şart gibi. Hep bir “çünkü” müz olacak. Bazen şaka bile olsa. “Seviyorum bunu yaaa, bunun için seviyorum işte!” “ deriz ya, “Sanki sevmemiz için bir gerekçe bulmak zorundaymışız gibi.
En güzel, en gerçekçi sevgi, “her şeye rağmen” sevebilmek ve sevilmektir. Her şeyiyle, olumlu ya da olumsuz bütün özellikleriyle sevebilmektir. Ne bir koşul ne bir beklenti var, sadece ve sadece sen olduğun için sevilmek. Hatalarıyla, günahlarıyla sonuna kadar sana değer vermek, seni önemsemek ve seni sevmek, varlığına şükrederek her şeye rağmen.
Her şeye rağmen hayat güzel, siz güzel baktığınızda hayatta size güzel bakacaktır.
Bütün olanlara rağmen, hep sevgiyle mutlu kalın..
Birincinin adı 'Eğer' türü sevgi; Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar. Örnekler veriyor: eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim. Toyotome en çok rastlanan sevgi türü budur diyor, karşılık bekleyen sevgi. Yazara göre evliliklerin pek çoğu 'Eğer' türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar.
İkinci tür: 'Çünkü' türü sevgi... Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: Bu tür sevgide kişi bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır. Örnek mi? Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin (Yakışıklısın). Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki. Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun. Seni seviyorum. Biri dışa gösterdikleri, öteki yalnızca kendilerinin bildiğidir. İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse korkusu buradan doğar. İkincisi de ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa endişesidir. Japonya'da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişana bozup onu terk etmiş. Daha acısı ayni kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne kurulmuş olduğundan bir günde ölmüş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş... Japon yazar toplumlardaki sevgilerin çoğu 'Çünkü' türündendir ve bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür diyor, peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne?
Ve işte sevgilerin en gerçeği: Üçüncü tür sevgi: 'Rağmen' ... Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için? Eğer türü sevgiden farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için Çünkü türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan bir şey olduğu için değil, bir şey olmasına rağmen sevilir. Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Bunlara rağmen sevilebilir. ***
Her şeye rağmen sevmek, sevilmek ya da...
Gerçekten de güzel ve özel... “Çünkü”ye ve “Eğer”egerek kalmadan.
Masumi Toyotome