Türk milletinin Selçuklulardan başlayan ve Osmanlıda devam eden bir ev hayatı vardı.
Selçuklu ve Osmanlı insanının evlerinde şefkat ve cesaret abidesi görülürdü. Bu şefkat ve cesaret derecesine nasıl ulaşmışlardı. Bunun önemli özelliği sokakların, mahallenin, eğitim sisteminin; bununda önünde aile kültürünün önde olmasındandır. Anadolu evleri tam anlamı ile yaşanacak mekanlardır. Evin tamamı kullanılırdı. Gösterişe açılacak bir kapısı yoktu. Kapılar insanların gönüllerine açılırdı. Evin her bölümü insanları mutlu, kendini huzurlu hissedecek şekilde tasarlanırdı.
Eskiden dediğimiz, Avrupa kültürü ile tanışmadan önceki evlerimizin hali. Evler az katlı, yüksek tavanlı, sofası, odaları genişti. Odaların hepsi sofaya açılır, evin önünde yeterince büyük bahçeleri vardı.
Ev deyip geçmeyelim. Evlerin en önemli özelliği, insanın hayatında kalıcı ve belirleyici olmasıdır.
Yüksek tavanlı ferah evlerde tüksek ruhlu insanlar yetişir.
Osmanlıda mümkün olduğunca evlerin cepheleri kıbleye dönük olurdu. Müslümanın yaşantısında Kabe’ye bir bağımlılık vardır. Güneye bakan evler aydınlık ve ferah olur.
Tanzimatla beraber batı ile tanışmaya başlayınca kıbleye dönük olma özelliği kalktı. Bizim evlerimizde tuvalet taşları kesinlikle kıbleye karşı konulmaz. Evin planı ona göre yapılırdı. Şehirlerde ve köylerde evin önünde bahçe yeri bırakılır, etrafı dışarıdan görülmeyecek şekilde duvarla çevrilirdi. Bahçe kapısı ve evlerin cümle kapılarının üstünde geniş saçaklar bulunur, kapılarda gelenin içeriye haber vermesi için tokmaklar vardı. Tokmağın üzerindeki çengel geçirilmiş ise ev halkının olmadığı anlaşılırdı. Hırsızlık olmadığından dış kapıların kilitlenmesine fazla önem verilmezdi. Evlerde saçakların uzun yapılması, yağmurlu yahut güneşli havalarda yoldan geçenler saçak altına girsinler diye idi. Saçak altına sığınan yabancı biri görüldüğünde eve buyur edilip tanrı misafiri gibi ağırlanırdı.
Bahçe kapısı evin avlusuna açılırdı. Evin avlusu özgürlük alanı idi. Güzel havalarda çocuklar orada oynar, evde oturan baba, oğul, gelinler, kızlar hep beraber sedirde oturarak sohbet ederlerdi. Birlikte oturulan evlerde her çocuğa birer oda verilir, ortak mutfakta yemekler pişirilir, hep birlikte yenirdi. Avlu denen etrafı duvarla çevrili bahçede çamaşır yıkama yeri, su kuyusu, ekmek fırını olurdu.
Evler birbirine yakın yapılır; “hu komşu” diye seslenince komşu hemen pencereye çıkar sohbetler edilirdi. Komşular birbirlerini çok iyi tanırlar, her konuda yardımlaşırlardı. Evlerin pencerelerinde tahta parmaklıklar bulunur, dışarıdan içerisi görünmez fakat, içeriden sokak çok rahat görünürdü. Evlerin bahçeleri duvarla ve tokat kapısı (Ağaçtan yapılan büyük kapı) olduğundan bahçe içi görünmeyip evin hanımları rahat hareket ederlerdi.
Osmanlı evlerinde aradaki sofa (hol) büyük olup, sofaya açılan oda kapıları hane sayısına göre 5, 6 kapıdan az olmazdı. Her oda büyük ve içinde banyo bulunurdu. Yatak ve yorganlar evin bir köşesine yüklük denen yere yığılırdı. Gece yatılacak vakit yataklar yere serilir, eşler uzunca bir yastıkta beraber uyurdu.
Ortak kullanım odaları etrafı minder ve yastıklarla çevrili olup, herkes onların üzerine otururdu. Zengin ve fakirlerin evlerinde eşyalar aynı olup, fazladan eşya bulunmazdı. Geceye yatıya kalan misafirler, erkekler bir odada, kadınlar başka odada kalınırdı. Ev sahibinin misafiri ile aynı odada yatması misafire değer verilmenin göstergesi sayılırdı.
Tanzimatla gelen Fransız tipi evler şehirlerde okumuş kesim tarafından yapılmaya başlayınca şehirlerimizin yapısı değişti. Apartman kültürü yayılıncada evler küçüldü, tavanlar alçaldı, avlu kültürü ortadan kalktı. İnsanlar tavanı basık, küçük odalara hapsedildi. Kırk sene önce şehrimizin göbeğinde bahsettiğim evlerden vardı. Geriye kalan evlerde tarihi eser sayılıyor. Şimdi koca koca binalarda komşuluk ilişkisi kaybolma noktasında. Yarım asır öncesine kadar şehirlerde, köylerde herkesin duyup gidebildiği, görüşebildiği yerler oluyordu. Evler küçüldüğünden yatıya kalan misafiri ağırlamak azaldı.
İnsanlar toplu olarak yaşamak üzere yaratılmıştır. Kalabalık aile ortamında daha mutlu olunur. Yalnız yaşamak günümüzün hastalığı olma noktasında.
İngiliz ve Fransız dizileri bizi yanıltmasın. Onlarda da bizler kadar olmasada köklü aile kültürleri vardır. Hipokrat aileler dışarıdan kız alıp vermezler. Köylü halka fazla yakınlaşmazlar.
Anneler- babalar çocuklarımızı bilgisayar ile yalnız yaşamaya alıştırırsak, ailemiz küçülür ve yalnız başımıza ölürüz. Vesselam.